24 Aralık 2008 Çarşamba

Karlı bir Ankara gecesinde...




Karlı Ankara...
Görüntü çok net değil; ama sesi yetiyor...

Kar sesini bilir misin sen? İçine yağan sessizlik gibidir. Birazcık huzur, birazcık bekleyiş, bazen biraz sancı...
Kar, Ankara gibidir.
Bazen çok soğuk, bazen yumuşacık. Kalbin de öyle değil mi zaten?
Sen de biraz Ankara gibisin, sert; ama tatlı...

***********************************************

Tunalı'ya insek şimdi mesela, yürüsek Kuğulu'da, uyuyan kuğuları seyretsek, üşümemelerine şaşırsak.
Kavakların ince dallarına baksak, nasıl taşıyorlar onca yükü diye düşüncelere dalsak... (Dönüp içimize baksak nasıl taşıyoruz bunca sevmeyi içimizde?)
Hatta çıksak Seğmenler'e, kaysak kocaman siyah çöp torbaları ile.
Telaşsız hızlarımız olsa geceyi kesip atan. Zaten gökyüzü de renkli bu gece...

Kocaman bir sıcak çikolata içsek, sıcacık sıcacık. Kakaolu çizgiler bıraksa gülüşlerimiz yüzümüzde.

Kırmızıya çalarsa ellerimiz soğuktan, bil ki izidir keyfimizin...

20 Aralık 2008 Cumartesi

Neredeymiş bakayım benim asam?

" 'Boşver!' mi diyorsun, 'kanasın...' "

Ben çok severim bu şarkıyı, dinlerim dinlerim de hiç sıkılmam. Kelimelerle uğraştığımdan olsa gerek. Teoman da öyle yapıyor, döndürüp döndürüp duruyor.
Garip de bir şekilde, yazan erkeği seviyorum ben. Hele iyi yazanına hayran oluyorum. Kelimeler akıp giderken tutamayınca, duramayınca bir yerinde nefes olmak için, acayip zevk alıyorum. Şairleri de ondan seviyorum... Şarkıların önce sözlerini okuyorum.

Nerede zaafım olan bir erkek var, kesin edebi bir yönü vardır. İyi bir okur da olabilir; ama güzel yazıyorsa takılır kalırım ben. En sevdiği tüylü oyuncağı vitrinde görmüş çocuk gibi, donar kalırım. Katarım hayatıma, en kötü ihtimal hayalini kurarım...
Mümkünse aşık olmak isterim.

Bu "zaafım olması durumu"nu da sonradan keşfettik dostumla. Konuşuyoruz aramızda benim bu bağlanma halimi, aşk desen değil, tutku desen değil, bırakıp gitmeye kalksam gidilecek gibi de değil. Sonunda o dedi, "senin zaafın var" diye.
Büyütüp büyütüp bir yerlere koymuyorum ben bu insanları, hakikaten bir ışık var, ben o ışığa bağlanıyorum. Neden? Demek ki önemsiyorum o ışığı...
"Sende ışık var, star olacaksın" anlamındaki ışık değil, yolu (içi, yüzü) aydınlatan türden ışık, yanlış anlaşılmasın...

Bu yanlış anlaşılma sıkıntım da eskiden hiç yoktu mesela.
Ya hayatımdaki insanlar ne dediğimi anlayacak kadar içimle tanışıklardı ya da dediğimi anlama işi için yazdıklarımı okumayı tercih etmiyorlardı.
Her halükarda ben kendimi bir şekilde doğru ifade ediyordum ya da öyle zannediyordum saf gibi...

Ne zaman, yazdıklarını önemsediğim biri beni yanlış yorumladı, o zaman çile başladı. Nasıl da bayıla bayıla geziyor(d)um kelimelerinin üzerinde, o kadar olur. Deli oldum...
Mesela eskiden sevdiğim bir adam vardı, o da yanlış anlardı yazdıklarımı; ama çok takmadım onu. Fena yazmazdı gerçi; ama öyle dolu dolu keyif vermezdi yazdıkları. Beni anlamamasını da takmazdım. Neyse işte...

Benim bu yanlış anlaşılma çilem epey sürdü. İçim içimi yedi. Telaşlandım... Şimdi geriye dönüp bakıyorum, resmen telaşlı bir ben görüyorum.
Çünkü ben her zaman kendimi iyi ifade ederdim, tabii eksik ifade ettiğim, atladığım şeyler olabilir; ama anlattığım anlaşılırdı en azından.

Bu adama gelince, çok değiştirdi beni...
Ufak ufak dokundu bana seçtiği harflerle, farkında olmadı hiç. Ben her türlü ilişkide tavır, hareket, mimik vb olarak çabuk etkilenirim.
Biri peltek konuşsun, iki gün sonra aynı şekilde konuşmaya başlarım. Farklı tonlama, farklı vurgu ne varsa kaparım.
Ama ruh halim değişmez(di). Hep özünü koruyan bir coşkum vardır benim. Duygularım olumlu olsun, olumsuz olsun fark etmez, hep şiddetlidir.
Özümde hep umutluyumdur, değilsem de umutsuz birini görünce gelir oturur içime peri. Bir şekilde gülümseyen olurum.
Tek bir asa dokunuşuyla...

Ama değiştim; aynı adını hatırlamadığım o şairin dediği gibi, çiçek açmıyordum artık. Böyle bir depresif hal çökmüştü üzerime, kendimi kurtaramadım hüzün dolu kelimelerden. Yengeç halim vardı, ha bire dengesizleşen, bir öyle bir böyle olan. Gitti. Sadece "somurtuk" bir tavır kaldı bana.
Buraya bile hep öyle mutsuz, umutsuz, asabi şeyler yazdım. Bazen ağlayarak yazdım hatta...
Hep elimi kesen kağıtları tuttum...

Epey uzun zaman gülemedim ben, şöyle adam gibi. Hep içime dert oldu boğazıma tıkanan kelimeler, hayat rutin gidiyorduysa bile bana öyle gelmiyordu. Zaten anlaşılamıyordum, sonra her şey kötü gitmeye başladı. İşimden soğudum (bunda başka etkenler de var), evden soğudum, kitaplara sığındım, bazen onlardan bile soğudum...
Sahipsiz kaldım, sarılışlara sığındım...

Bu kadar karışık bir olaylar silsilesi, geriye dönüp bakınca nasıl da hafif görünüyor. Oysa hakikaten dibi gördüm...
Başını çeviremeyen bir baykuştan farkım yoktu ya da dalları olmayan bir ağaçtan... Beni ben yapan hiçbir şeyim yoktu.
Okudukça tıkandım, yazamadıkça tıkandım, yazıp da anlaşılamadıkça tıkandım, belki anlaşılıp da bilmedikçe tıkandım, yanlış anlaşılıp da itildikçe tıkandım...

"Boşver" diyemedim, gidemedim, kalamadım da...

Koca bir seneyi böyle içim kırıla kırıla geçirdim. Hayatımda iyi olan her şeye rağmen, o düğüm çözülmedi.

********************************
yalnızlık şimdi bir küçük şehir
yollarından kar erir gelir...
üşütür bizi ıslatıverir
ellerindeki yağmur değil...

çarptım!
ama ağlamadım
ağlamak; kayıp çocuk bu şehirde.

kaçtım!
ama ağlamadım
ağlamak; düğüm düğüm düğüm gözlerimde.

saçtım!
ama toplamadım kalbimi
kalbim kayıp bu şehirde.

yaktım!
ama ağlamadım
ağlamak bana yasak içimde!


"ben artık;
"var"ım yok oluşundan doğan,
insan dilindeki..."
********************************

Sonra nasıl çıkardım bu sıkıntıyı "umur" alanımdan, tam olarak bilemiyorum. Bunalmıştım sevmediğim bu ben olmaktan...

Sımsıcak bir sarılışla başlayan güzelim bir sene, içine kattığı tüm güzelliklere rağmen, çalkantılı oldu. Yılbaşı dileklerindeki gibi geçmedi günler.
Acıdım ve hep huzuru aradım...

Yine kendimde buldum, yine kürkçü dükkanımda buldum, yine umudumda buldum...
Boşverdim, kanadım...
Ölmedim kan kaybından!

İlk kez çözemedim bir düğümü (hâlâ da çözebilmiş değilim), yutamadım da, ama kustum. Nefes çektim içime en derininden, yokluğundakine inat...
Madem üstesinden gelemiyorum çaresizliklerimin, "gelmeye çalışmayım" dedim. "Önce ben" dedim ilk kez bu kadar içten...
Bencil oldum :)

Yazıyorum yine, sanal dünyaya bırakıyorum izimi, düşünmüyorum pek.
"bilmeyen bilmesin, bilen bilir.."

Ve hâlâ hayranım, evet. Hâlâ kendimden geçerek okuyorum o cümlecikleri.
Hâlâ zaafım var...

Ama büyü bozuldu bir kere...

"Her yer dört duvar
Sen yıkıp döksen de dünya böyle
Bizden geçti yar
Hani yol görünür de gitmezsin, öyle"

Zaten kimsenin bir şeyi yıkıp dökeceği de yok :))

12 Aralık 2008 Cuma

Çok şükür, benim kürkçü dükkanım var :)))

İçime sine sine yaşadım, acısı sineme bata bata... Mut hesabıyla içimi doldura doldura...
Şimdi nasıl çıkacak karşıma acaba? Herkes biliyor ya, onun hayatı hep kaça kaça...

Hayır, nasıl da bir eziklikse bu, açık açık söylenmeyen bir açık seçiklik var işin içinde...
Göğsünü gere gere, "varım" diyemeyen, göğsünü gere gere "yokum" da diyemiyor demek ki. İş dönüyor dolaşıyor, benim kendime güvenime dayanıyor. Sanki kötü bir şey! Sanki ben de "kraliçe elizabeth'im" diyorum.
Güveniyorsam koca popoma güvenmiyorum ya, sevgime güveniyorum.
Anlayana tabii...

İşte bir kısmı buna güvenemiyor, kendisine güvenemeyen karşıdakine hiiiç güvenemiyor, o yüzden bizim ilişkilere bodoslama dalışımız sanırım. Dalıp dalıp çıkışımız :)

Sonunda ne oluyor, üzülüyor, inciniyor, bi' şekilde ayağa kalkıyoruz...
Bir dostu arayıp "sarıl bana" diyebiliyoruz. "İhtiyacım var" demek, dönüp dolaşıp kuyruğu kıstırıp, kürkçü dükkanına dönmek hiç de gurur kırıcı değil.
Ağlamak için buluşup, sonunda gülme krizlerinden çıkışımız da cabası.

Bazıları hep yanlış tercihler yaparak yaşar, en azından nedenini anladım bu yalnızlığın...
Merakım dindi biraz.
Yanlış tercihlerin yalnızlığında o.
Şimdi sahte, sonlu sevgiler içinde. Aman mutlu olsun da, en azından bir sürelik, o da yeter!
Nasılsa içindeki güvensizlik havuzunda, bir kaşık suda boğulur gibi boğulacak. Şimdi mutlu olsun, yeter!
Öldürüp öldürüp, arkasına bakmadan dönüp giden o çünkü... "Şey"den ibaret sevgileri içinde yaşatıp, başkalarına yükleyen.
Kimi nasıl incittiğini düşünmeyen.
Her şeyi düşünen, ama "lan bu kız da bunu hak ediyor mu? Üzülüyor mu?" diye düşünmeyi, o hayran olduğum aklına getiremeyen...

Elbette sonu gelecek bu yanlış tercihlerin, yaşadım da biliyorum. Biz bu koca yüreği pamuklar içinde büyütmedik ya :)

Ama kurtuldum şimdi, acısı geçti. İçimde bir parça sızısı var; o da varsın geçmesin!

Ve şimdi cillop arkadaşımız Murat Dalkılıç'tan geliyor:

"zaman zaman, seni o saran
düşünceler bitti aman aman...
durup durup sonra yine yanan
ateşlerinde duman duman...

senle yaşadığıma sözüm yok,
yaşanan kısmet,
sonrasını da ben konuşmam
sevmem nispet

AL HER ŞEYİNİ YANINA
YÜREĞİNE BENDEN NE ATEŞ OLUR NE SOBA
SÖZ VEREMEM YARINA
BANA SENDEN NE KÖY OLUR NE DE KASABA"

3 Aralık 2008 Çarşamba

İ P N A C

Aptal bir inat mı? Yoksa temeli olan bir şeyler mi vardı bilmiyorum. Vardı da ben mi görmedim acaba?
Yooo ama.
Son gün, tamam değişik bir konuşma olmuştu aramızda; ama gülüp geçimiştim ben, ciddiye bile almamıştım. Gayet de güzeldi o gün. Bayramdı yani, o kadar net... Helvalı - dondurmalı - sohbetli...
Yani bir seven bir sevenden neden böyle uzaklaşır? Arkadaş arkadaşı hiç mi özlemez?
Tek ben miyim böyle acaba?
Her şeyi iyi hale getiriyorum; ama kafam bu işe basmadı bir türlü...

Köfte yiyesim kaçtı yeminle!

28 Kasım 2008 Cuma

"hadi sıkıysa gel de sakin ol, hani nerde?"

Acayip hastaydım bugün, yataktan kalkacak halim yoktu, sağ olsun müdürüm de izin verdi, geç gittim işe. Biraz toparladım tabii, akşam da sevdiklerimi göreceğim diye keyif var içimde; ama yine de böyle bir halsiz, bir bitkin, iğrenç bir şeydim işte...

Sonra ne oldu?

Sinirlerimi hoplattılar yine! Ne çabuk bozuluyor asabım benim, yıprandım mı ne? Hayır o kadar da organik-kimyasal destek alıyorum kardeşim, "bissürüüü" masraf sonuçta...

Yine de adrenalinden midir nedir, düzeldim gibi.
Belki de dinlenme etkisini o esnada gösterdi bilemiyorum. Bu dalgalı ruh halimin gün içine yayılması hiç hoş olmadı, eskiden gece olunca hüzünlenir, gündüz keyiflenirdim. Yani kendi içimde bir dengem vardı. Sonra bu tersine döndü.
Şimdi ise saçma salak bir hal aldı, ben bile anlam veremiyorum. Sürekli bir kendimi, -ruh halimi- kontrol etme çabasındayım. Eee o da daha çok yoruyor tabii...
Ama boşa çabalıyorum biliyorum; yarın da sinirimi bozacaklar benim. Sonra yine düzelteceğim, sonra yine bozacaklar...
İyice "yengeç"e çevirdiler beni.
[Yengeç demişken, canım hocam benim, nasıl iyi geldi iki satır cevabı :)]

Ve bu gece şarkımız Hande Yener'den geliyor;

"yetemeyen yaşımın üstüne yaş koyup
eğemediğim başıma göre bir taş bulup
neye yarar diye bir çıkarcı öfke
bağlasam gönlüme

sakin olmalıyım
sakin olmalıyım
sanki olmalıyım
yoksa geciktim mi ne?"

26 Kasım 2008 Çarşamba

...87...

Hiç tanımadığın, hatta yolda görsen tanıyamayacağın bir adam; boynun bükük, hayallerin bitikken, hayatına aniden umut olabiliyor...
Bir an...
Sonra adam yine unutuluyor ve umut kalıyor...

Teşekkürler Bendtner!

24 Kasım 2008 Pazartesi

Futbol hayattır ve Fenerbahçe aşktır!

Futbola fazlaca sarmanın aşağılandığı ortamlarım var benim. Alıştım onlara da sanırım...
Yine de öyle çok yazamıyorum, dillendiremiyorum...
O "entel" ortamlarda "aaa, yapma be"yim, hayal kırıklığıyım.
Hayır, işin kötüsü, bir kısım futbolseverler arasında da "karı kısmı"yım. "Ofsayt ne bilir misin?" sorusunun muhatabıyım.
"Hiç unutmam yıl 1994, Baggio (Roberto olan) saha kenarına gelir, yerini genç Del Piero'ya bırakır, dakika 78" örneğini verdiğim zaman "haaa tabii canım İtalyan futbolcular hoş tabii"yim (canım onlar hakikaten hoş, o ayrı :p ), imaların hedefiyim...
Oysa futbol hayattır...

Günümüz dünyasında reklam ve kapitalist düzen aracı olmuşsa da, buna indirgenemez; futbol keyiftir...

"Entel" ve yabancı ortamlardan kaçınca, Fenerbahçe aşkıyla bir araya geldiğim insanlar da var...
Onlar bilir beni, öyle sevgilisine hoş görünmek için fönünü çektirip maç seyretmeye giden hatunlardan olmadığımı...

Şimdi düşünüyorum da, Hacettepeli Fenerbahçeliler hayatımı değiştirdi benim. "İyi ki de gelmişiz bir araya" dedirtti.
Ne güzel insanlar kattım hayatıma, sonra katlandı katlandı sayımız. Önce Fenerbahçe, sonra içimizdeki futbol sevgisi tuttu bizi bir arada, sonra da birbirimizi sevdik.
Takım gözetmedik...
Hatta bir Beşiktaşlı ve bir Galatasaraylı arasında oturmuş maç izlerken kaybettik biz şampiyonluğu Denizli'de. Gülmediler ikisi de, haklı buldular tepkimizi...(Canlarım benim...)

Futbol bahane dedik bazen, şakalaştık, kızdırdık birbirimizi...
Ama kırmadık!

O yüzden herkese anlatamıyorum...
O yüzden seçiyorum coşkumu paylaşacak insanları...

Haftasonunun yorgunluğuna, uykusuzluğa rağmen neden bu kadar neşeli olduğumu sordular, "bir şey var sende" diye aşk kinayeli bakışlar attılar.
Gülüp geçerken onlara, içimden "evet aşk" dedim.

Heyecanlıyım...
Porto maçı önemli...
Söylemedim...

Sonu ne olursa olsun ben yine seveceğim takımımı. Belki yenilecek üzüleceğim; ama içimde aşkla.
Hani sevgilisiyle görüşmüş; ama ufak tartışmalar yaşamış, eve kırgın dönmüş bir genç kız gibi...
Üzgün; ama aşık...

Yenerse mutlu uyuyacağım, keyifli uyanacağım...

Bu sevgiyi anlatamayacağım, anlamayacak ortamlarım var benim... Onlar için, toplumu uyuşturan, kişiliği oturmamış cahil kesiminin kafasını bulandıran bir afyon futbol. Onlar için zayıf karakterlerin, tuhaf saplantısı...
Hatta bazısı için "22 kişinin, 1 topun peşinde koşması"

Ne düşündüklerini adım adım biliyorum...
Ama ne hissettiğimi hiç bilemeyecekler...

"ben yedekteyim, onlar oynuyor
ben izlemekteyim, onlar atıyor
neden bilmem; hep böyle oluyor!
sonuç aleyhime, uzatma yok, maç bitiyor

yıllarca ben koşup
çalıştım, çabaladım, didindim
o bir vurdu, gol oldu

bana ıslak bir sopa verin
elle oynamayayım, maç durmasın
topuğumu ağzına gömünce
lütfen faul olmasın!"*


Dediğim gibi; futbol hayattır ve bazen biraz adaletsizdir.



*Malt, Gol

20 Kasım 2008 Perşembe

Bi' kötüydüm bugün...

Ben bugün bir ara kötü oldum... Ciddi ciddi yani...

İçimden iyilik geçmedi; ama durdurmadım da kendimi, kötü kötü şeyler geldi aklıma, bıraktım gelsinler...

Sonra içimden okkalı bir küfür savurdum, bi' de ah ettim derin derin.

Arada bir insan kendini koyvermeli, dedim. Hep iyi olmak için çabalayacak değiliz ya, hani mayamızda var ya kötülük...
Yapamadım bir şey; ama aklımdan da geçmeyecek değil herhalde.
İşte geçti, ben de durdurmadım. Oh, canıma değsin!

18 Kasım 2008 Salı

Mavi Gözyaşları

O benim hayalimdi Çağan, nasıl da herkese mal ettin :(

Uzun zamandır ucu bucağı bir şekilde bir yere bağlanıp da, bilinçaltına gönderme yapmayan, mesaj kaygısız bir Türk aşk filmi seyretmemiştim.
Gerçi ben uzun zamandır Türk filmi de, aşk filmi de seyretmedim ya, neyse...

Film eleştirmeni değilim; kamerası öyleydi, çekimi böyleydi diyemeyeceğim. Güzel bir filmdi "Issız Adam", beğendim ben. Konusu, filmin geçtiği yerler, insanlar falan...

Hakikaten ıssız, sessiz, şaşkın bir adamdı Alper. Bir sorunu vardı kesin, bakmak istemedim psikolojik durumuna, "aman" dedim, "izle gitsin ya!". "Sana ne çocukluğundan; sana ne ihmal mi var, istismar mı var, gizli geylik falan mı var?"

Her zamanki gibi ağladım. Öyle ayrılık sahnesinde falan değil, ota boka ağladım. Filmin içli sahnesi hangisiydi dense, seçemem, 100 tane sayarım. Bol bol ağladım yani, makyajım falan da aktı, rezil oldum çıkışta; ama n'apalım :)

[Mavi mavi ağladım, filme de gönderme oldu kendimce...]

Herkes hayatına girmiş birilerinden parçalar bulabilir bir filmde. Ben de izleyince, "sanırım bir ıssız adam da ben tanıyorum" dedim.
Sonra aklıma Melis geldi, "aaa bir tane de o tanıyor" dedim :)
[Kız ölme e mi? Sen yorum yazmıştın ya film için, ondan etkilendim sanırım :)]

Neyse işte, geçti gitti...
Ama sonunda çalan şarkı (Ayla Dikmen - Anlamazdın), beni bir kez daha benden aldı...

"sevilirken bilmedin mi
ben söylerken gülmedin mi
falımızda hasret var
ayrılık var, demedim mi?

anlamazdın anlamazdın...
kadere de inanmazdın.
hani sen acı veren,
kalpsizlerden olamazdın?

dilerim ki mutlu ol sevgilim,
ben olmasam bile hayat gülsün sana
günahım boynunda,
ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda...

la la la lay la lal laa
la lal la lay la lal laa

kalbim bomboş kaldı sanma,
acılar geçer zamanla.
aşka tövbe demem ben,
görürsün sevince yeniden..."

Geçti gitti mavi-yeşil bir hikaye...

17 Kasım 2008 Pazartesi

Takdire Şayan

"bence biz en çok..

dar, sallanan bir köprüydü aramızda kurulan,
taşır mı taşımaz mı bilemedik,
sağlam basamadık üzerine..

küçük bir kum tepeciğiydi biriken ortamızda,
'gel git'ler de daralttı alanı,
rüzgar da savurdu biraz..

ama bence biz en çok zaman aşımına uğradık.."

demiş Zeynep*, ben de bir şeyler diyecektim; ama Zeynep öyle güzel demiş ki, diyecek bir şey kalmamış...

Öyleyse sana gelsin bu şiir, Zeynep'in de ellerine sağlık olsun...

*http://zeynepaltuntash.blogspot.com/

16 Kasım 2008 Pazar

Kaç! - Geç! - Sus!

Adam bıkkındı, mutsuzdu, hevessizdi. Her halinden belliydi kalmaya karşı isteksizliği... Zaman zaman öfke patlamalarına şahit oluyordum. Yapılacak bir şeyler vardı onun için, ama yapabilecek olan ben değildim. Biraz keyif katabilirdim belki gününe; ama çok kendime dönüktüm, kendimi zor tutuyordum ayakta. İstemedim, uğraşmadım...
Ve bir gün sordu (Oysa hep ben sorardım, anlatırdı), içimi çekip alırcasına:
"Hayattan umudun nedir Tuğba? Beklentin nedir gelecekten?"

Kaçamadım...
Geçiştiremedim...
İtiraf ettim...

Dinledi uzun uzun, benim kendime inandırdıklarımı.
Sigarasına uzandı
ve gitti...


Çok sonraları daha iyi gördüm onu, daha sakindi.
Sadece biteceği günü bekliyordu.
İsteksiz, hevessiz, mutsuz
ve yalnız...

14 Kasım 2008 Cuma

8785 - 3170 = Hiç Fark Etmez!

Yine olsa, yine yapardım, anlıyor musun?

Bir yaz gününün mahçup sızısı var içimde hâlâ.
Şarkıyı geçmek istiyorum, elime değiyor hatıran.
Bir yaz gününün hüzünlü varlığı var aklımda hâlâ.
Başımı kaldırıyorum, burnuma geliyor kokun.
Bir yaz gününün buruk sevinci var karşımda hâlâ.
"Okumasam artık" diyorum, gözlerime dokunuyor sesin.

131...
Hadi diyelim ki 132...

Ayakta duramam diyordum, sanma ki duruyorum yokluğunda, içimde varsın ya!

İlk gün ne dediysem, o!
Yine olsa, yine yaparım...

13 Kasım 2008 Perşembe

ya yazılmışlar n'apsın?

Yazmak istiyorum...
Saatlerce; parmaklarım, ellerim, kollarım yorulana kadar yazmak...
Kalbim zaten epey yorgun yazılmamışlardan.

İçimde bir boşluk oluyor bazen, acılardan da sevinçlerden de uzakta kalan. Bomboş oluyorum birden. O an tercih ediyorum, kanayan yaraları bu aptal hissizliğe. Sonra... Bilemiyorum...
Nereye gidersem gideyim aynı göğün altındayım.
Gelen yok, giden yok...
Gelen yok, giden çok...
Gelen çok, giden çok...

Bir tek anlam yok, anlayış yok, anlamak yok...

Barıştım içerideki ve dışarıdaki bedhahlarımla. Çok namüsait bir mahiyette tazahür etti hepsi; ama yine de barıştım.

Kazanan da yok, kaybeden de.
Hem hepimizin cezasını verecek Allah...

Hafif tembellikle sıvanmış evcimenlik halindeyim yine...
Yazamıyorum...
Yazmak istiyorum; ama bomboş değilim ki bu gece, özlemedeyim...
Okuyorum, ağlıyorum...
Ah yengeç ah!

21 Ekim 2008 Salı

Bir sonbahar ayının 3/4'ü gitti, geriye bir şey kalmadı!!!

Hatırlamamayı da bilebilseydik keşke...
("Unutmayı" mı demeli, arada bir fark var sanırım)

"Bir şey vardı, bir şey, neydi yaaa..." diyerek unutup gitseydik... Hani bazen de lehimize işleseydi zaman...
Olmuyor ki!
Çok cinsiyetçi olacak bu düşünce; ama kadınlarda hiç olmuyor.* İyiyi de kötüyü de kazıya kazıya yazıyoruz zihinlerimize. Öyle kinci gibi değil de, başka bir şey gibi işte...
Bir de kadın kadına kaldık mı, birbirimizin zihinlerine yazıyoruz, "şekerim o da sana böyle demişti ama, ne çabuk unuttun"
Unutulabilir mi?
Hatırlanmayabilir mi? (Nasıl çetrefil bir kelime oldu bu da)

*****

Sevdiğim biri, "onun unutmaması sayılmaz, yazarak çalışıyor o" demişti zamanında, ilahi :)
O zaman da gülmüştük; ama doğruymuş. Yazınca kalıyormuş; defterde, kağıtta, bir "word" sayfasında ya da bir ileti silsilesinde...
Yazınca geçmiyormuş zannettiğimiz kadar demek ki... Geçeni de daha sonra zorla hatırlatıyormuşuz kendimize...
Hadi kötüleri unutmadık, anlaşıldı. Bari iyileri unutsak da durup durup özletmese...
Hüzünlendirmese...

Ufak tefek planlarım vardı, hani sevimli şeyler...
Bir de kitap vardı aklımda, çok öncedendi zaten, değiştirdim...
Ama değiştirdim de ne oldu, öylesine...

Öğrendim, hatta uyum bile sağladım bu hâle, hatta hatta sevdiriyorum bile kendime; ama işte...
Ne bileyim...



*Şimdi bazı erkeklere de haksızlık etmeyelim. Ferdi Tayfur'un en sevdiğim şarkısı geldi aklıma:
"Sen de beni yakıp gittin, geçen yıl bu zamanlar"

20 Ekim 2008 Pazartesi

...ŞAKA...

Sen gitmezdin…

Hâlâ da gitmemişsindir belki. Şakadır belki bu; ama ben biraz kırılganım biliyorsun, epey kırıldım. Soramadım da gururumdan. Hayır nereden çıktı bu gururluluk huyu da anlamadım ki… Ne güzel ne düşünürse söyleyen, hele sana rahat rahat söyleyen biriydim ben.
Ama ne yalan söyleyeyim, o son halini beğenmedim. Belki onun etkisindeyim hâlâ, dönüp gelemiyorum.

Yine de gerçekten gitmedin değil mi? Bunların hepsi bir şaka…
Hoşuma gitmedi gerçi; ama yine de kızmam sana, dedim ya o son halini beğenmedim zaten, ona yorarım. Yok eğer şaka değilse…
Çok acırım…

1 Ekim 2008 Çarşamba

_yorumlamalar yorgunluğu_

“Tek istediğim serbest kalmaktı. Serbest. Başka hiçbir şey değil. Sadece serbest. O zaman da söyledim. Dinlemediler. Benim suçum değildi. Dinleselerdi. Ben söyledim. Açıkça söyledim. Ben yokum, dedim, bırakıyorum, gidiyorum, beni unutun. Hayır. Yoluma çıktılar. Ölenler oldu. Benim suçum değildi. Gitmek isteyen birini tutamazsın. Tutmaya çalışmamalısın.

Galiba şaka yapıyorum, yorgunum da ondan yapıyorum sandılar. Biraz dinlen, tatil yap, bir sevgili bul, geçer dediler. Belki onların da suçu değildi. Alışkın değildiler. Çünkü nerede görülmüş her şeye sahip olan birinin sahip olduğu her şeyi bıraktığı, çekip gittiği?

“Ben yokum.”

Evet. Kulağa hoş geliyor. Var olduğunu söylemenin en şaşırtıcı biçimi. Şimdi düşününce, bunu söyleyebilmiş ve serbest kalmayı ısrarla istemiş olmamı şaşırtıcı buluyorum. Aynı çabayı tekrar gösteremezdim, gibime geliyor. Çünkü yorucu. Hayatta sadece bir kez denenebilecek bir girişim. Tercihen, gençlikte denenmeli. Kendini dinletmeyi, dinletecek ses çıkarmayı becerebileceğin yaşlarda. Ayağına dolaşacak, uykunu kaçıracak olanlara karşı elindeki silahları gözünü kırpmadan kullanma cesaretin varken.

Uzun bir yol ve hızlı bir yolculuk oldu. Memnunum. Yola çıktım ve yapmam gerekeni yaptım. Kaza da yaptım. Kaza da atlattım. Önüme çıkan her yola saptım, serbestçe. Bir tarih yazdım, hiçbir şey yapmadıysam.

Şimdi, nihayet, anlaşılacağıma inanıyorum. Yani, dinleneceğime ve anlayışla karşılanacağıma. Umudum var. İlginizi çekeceğim. Çekip götüreceğim ilginizi ve sizi, yanı sıra. Beni bırakamayacaksınız. Bırakmak isteyecek; ama bırakamayacaksınız. Çünkü ben yaşayan tek serbest adamım. Serbestçe konuşan, serbestçe ilerleyen bir adam. İçinden güçlü duygular gelen ve en önemlisi, kendini engellemeyen bir adam.

Abartmıyorum. Hayatta abarttığım şeyler oldu; ama bu onlardan değil. Kendimi abartmaya dayanamazdım. Abartılmamış halim bile zaten yeterince abartılı duruyor. Belki hormonlarla bir ilgisi vardır, abartılı duruşun, ya da içgüdülerle, ya da genlerle, ama asla ifadeyle değil.

……………………………………………………”*




*İyi Dilekler Ülkesi / Hamdi Koç

Rüyaları sevmem...
Az görürüm, gördüğümde az hatırlarım, çok yorarım. Oldum olası yorarım, sonunda hep hayra...
Freud okumadan önce de pek hayırlı olmazdı, sonra bir de "rüya kayıtları" var. Her neyse...
Rüyaları sevmem, başı sonu anlamsız gelir, rüyada bağlayamadığını gerçeğe bağlarsın. Ak sakallı dede de gelse (ki benimki pek bi' havalı; köşesinde bilge bilge oturan Sean Connery canlandırın gözünüzde, insan en azından Dumbledore ya da ne bileyim Gandalf bekliyor), en tatlı anılar da olsa, istemem kalsın...

Hele hele çözümlemesini yaptın mı, farkına vardın mı kendi gerçeğinin, indin mi istemeden bilinç altına, girdin mi o karanlık bırakmaya çalıştığın yaralı kısmına, hiç güzel olmuyor...
Ah diyorum, ah okumaz olaydım, üstünü altını hiçbir şeyini!!!

Önceki gece çeşitli kereler uyanıp uyumalarımdan birinde (o kadarcık uykuya, bu kadar rüya çok değil mi?), en sonuncusunda aslında, kendi acılı ölümümü seyrettim. Önce yaşarken, sonra ölürken sayrettim. Ölüme giden yollardan tek tek geçtim. Sonra bıraktım kendimi...
Rüya da bile bıraktım ulan...
Ölüm bile akışına bırakılır mı, bıraktım...

Ayrıntılara girmeyim, can sıkıcı bir rüyaydı. Öyle hikayemsi değil, kopuk kopuk; ama can sıkıcı. Kalktım, içim sızladı, yormayım dedim, yordum, yorumladım...
Bir de böyle aptal bir korku oluyor rüyadan gerçeğe kalan, korktum biraz. Sakin, dedim kendi kendime... Aslında yazdım biraz ama, geçmedi. Geçiremezdi zaten, geçirmeyi çoktan bıraktı (Kendi kendime gidiyorum artık)...

Konuştum kendimle; "Sakin ol, bu yeni bir gün, bugün bayram..."

Güne bir şekilde dayandım; en çok "gülünce gözleri kısılan" şekilde dayandım (insanın hayatında bazen hakikaten güzel tesadüfler oluyor, bazıları epey rahatlatıcı oluyor, kabul ediyorum.)
Sonra gece oldu...
Uykusuz gecelerin en kötü hali bu: durdurulamayan düşünceler zinciri... Uykuya teslim edemediğin bir beden, aklında kalan en son rüya, sakinleştiren gün, kızdıran olaylar, ağzında günden kalmış garip bir tat, gönül koyduğun anılar, kapanan gözler, uyumayan düşünceler...
Derken, zaten yorgun zihnin yorumlamalar yorgunluğu...

Yağmur yağınca düzelmiyor hiçbir şey ve durdu da zaten...
Güneş açınca da düzelmiyor ve battı da zaten...

Şimdi "var olduğunu söylemenin en şaşırtıcı biçimi"nde söylüyorum: "ben yokum".
İçimden geçenleri tek tek anlatacağım, hoşunuza gitmese de...
Ben serbest bir adamım...

(şimdi adam-kadın ikilemine giremeyeceğim, saçma geliyor)

17 Eylül 2008 Çarşamba

Dümdüz; edebiyatı az, göndermesi çok, öylesine, resimsiz!

Hadi otur düşün şimdi kim daha çok seviyor diye. Gerçi böyle şeyleri düşünmek pek işine gelmez senin... Ne de olsa gören insansın, apaçık hakikati… Sonra onun sızısını çekensin.
Oturup kendi kendine dertlenensin. Sen zaten en çok kendi kendine kalansın. İçinde tam bir güven olmadan sevensin. Sevensin belki evet; ama güven(e)meyensin. Bir gün biteceğini kendi kendine defalarca tekrar edensin. Bu yüzden nicelerini, bitmeden bitirensin. Yalnızsın, herkes gibi; ama herkesten çok…

Bir de dökebilsen gözlerinden zamansız, ne de rahatlardın değil mi?

Hadi otur düşün şimdi, uzağındayım nasılsa. Nasıl uzağımda olmak? Daha az boğucu değil mi? Sorgulayan sorular yok, gözlerini bana değil de içine çevir diye baskı yapan yok, seven yok en çok. Koşulsuz ve kayıtsızca… Ah, bir de umarsızca. En çok da buna takıldık zaten değil mi? Gizli kapaklı sevmelerin zararı yok nasılsa! Ne zaman değişir bakışı “onlar”ın, sevmek sorun olur günümüze… Keşke umurundalık katsayısı eşitlenebilseydi tanışıkların arasında…

Hadi otur düşün şimdi, sevgim yok…

Sevmediğimden değil yine. Böyle garip olur bende etkisi sevmenin. Öyle bencil, çıkarcı duruşu olmaz. Ha diyeceksin ki “sen demedin mi, ‘çok insancıl bunlar’ diye!” Evet, dedim. Anlamak; inanmak ve uygulamak değil ki her zaman. Anlıyor ve hatta anlayışla karşılıyorum; ama benim sevgim romansı olur biraz, şiirsel olur. Şövalyeler olur, karşısında yel değirmenleri olan. Sonra baldıran zehri olur biraz. Nuh der, peygamber demez. Ne Leyla’yı, ne Mecnun’u horlamaz… Kardeş kardeşe düşmez… Gider; ama bitmez. Bak, bunu da rahatça söylüyorum. İçini rahatlatmaktan dahi çekinmiyorum.

Hadi otur şimdi, var sende bu yetenek biliyoruz. Gitmek, her zaman bitirmek değildir. Her bitmeyen de, aşk değildir. Ah aşk olsaydı keşke, sökseydi çivi çiviyi de rahatlasaydık hepimiz. Ama öyle değil işte. Biliyorsun sen de, görebilecek kadar yakın olmak, yakın olmak demek değil… Gözlerim yok sende, gülüşüm yok, hadi düşün. Daha rahat mı, düşün…

Hadi otur, düşün ve itiraf et, biliyoruz, daha rahat. Peki, bu kendini güvende hissettiriyor mu? İçin rahat mı benim söyleyemediklerimi, aklına geldikçe derinlere itmeye çalışırken… Aldım bohçamı, kovuldum yine bir köyden yenisine gidiyorum. Alışığım bu gitmelere, ödemeye hazırım buysa bedeli Davutluğun…
İçin rahat mı yaptığın haksızlığı düşünürken. Aaa, ama önce otur düşün, içimde neyi tükettiğini… Beni nasıl bir boşluğa ittiğini… Anlattıklarımı düşün, el yazımı düşün.
Hak ettim mi bunu, düşün…

Şimdi yalnız değilsin, biliyoruz ikimiz de. Bu geçici varlıkların içindeyken düşün, yanında olan her zaman içinde olan mıdır, düşün…
Sen daha iyi bilirsin; sana dair iki cümleyi fazladan kurabilmek için halini hatrını soranları. Düşün, “benim” diyebilmek için “senin” olanları…
Bilinci ve altını düşün…
Yüzüne gülenleri düşün, sonra dönüp gidenleri ve yeniden başkasına gülenleri. O gülüşün karşılığını bulana dek, durmadan gülenleri düşün. Sonra yine dönüp sana gelenleri. Düşün, aslında sana olmayan bir gülüşün anlamını… Ki bu bir şey demek değil; tutkuyla sadece sana da gülebilir birisi. İkisi de birbirinden daha fazla anlamsız değil.

Tam şu anda düşün, ben bunları yazarken ve sen bundan habersizken düşün… Eğ kafanı önüne bilinç-altını düşün… Benimkini ya da seninkini değil. En yakınındakileri düşün, beni neden ittin (nasıl da yanılarak ve kaçarak) ve değdi mi şimdi aynını yeniden ve yeniden yaşayacaksan, yine de yapar mıydın düşün. Yaşadığının farkında mısın? Yoksa benden sonra görmezden gelmelere mi başladın? Gözlerine bakan gözleri düşün, sesini düşleyenleri…
Şarkıları düşün en çok, dile dolanan şarkıları….
Sonra ne günahım vardı, onu düşün…
Neden düşüyor etrafındakiler bu tuzağa, otur da kendini düşün. Bir kere, sütten çıkmış ak kaşık olma da düşün, kim verdi sana bu hakkı? Bu nasıl bir pişkinliktir ki, sen hep masumdun ve insanlar hain…
Ve lütfen, bir kez olsun beni düşün; düşmediğim tuzağın cezasını neden çektim bunca zaman?..

Ne suçu var güneşin, daha fazlasını ya da daha azını vermiyor ki sana yıllardır! Atmosferle oynayan sensin! Bu çılgınca ısıttığın küreyi düşün, dönüp yine seni yakacak, bırak masumiyeti, işte tam şimdi kafanı kaldır, bak ve düşün… Yanındakini (yanında olmak şu an için de geçerli olabilir malum, zamanda herhangi bir anda da) düşün ve sana ilk sarıldığım zamanı… Saf, amaçsız ve çıkarsız olan hangisi, onu düşün. Tutkudan bile arınmış olan hangisiydi…

Hadi otur düşün, ilk açılışlarını muhabbetlerimizin ve senin söyleyip “unuttukların” silsilesine eklenenleri düşün. O zaman gördüğün hakikati, şimdi nasıl da görmezden geldiğini düşün… Bu gece sana, o geceyi hatırlatacak. Bunu yazdığımı bilmesen de. Hangisi vicdanını rahatsız ediyor, düşün.

Düşün, işte tüm bunlar senin düşün….

“derdi ki; "yarın bitermiş her şey".. ve bitti.”*



*vega- iz bırakanlar

12 Eylül 2008 Cuma

İçimi Işıtanı Yok!

“Her şeyi bırakalım.
Şöyle basit bir ev… Ocaklı bir oda...
Çekip gidelim ormanlara...
Hele ben bir iyi olayım da!!!”

Olamadık ki…

Bir orman düşleyerek yaşadım hep! Bir ağaçtan beklenebilecek de bundan ibaretti zaten. Ondan yetmedi belki korular, ağaçlıklar, parklar, bahçeler…
Ondan acımadı belki canım daha fazla, gün geçtikçe kırılan dallarıma rağmen.

“bir gün ölürüm ben
belki yığılıp kalırım bir dostun kollarında
güz vurgunu bir çınar gibi dökülüp kalırım
her yaprağım kendi rüzgârından sorumlu tutulur
ta ki uzak bir kışlada toplanma borusu çalınır
tüfeğini yitirmiş bir asker suçluluğuyla giderim
derin, sessiz, ışıklı bir göl gibi
kendi kıyametimi beklerim.” (1)


Vazgeçmek yetmedi yaşamaya… Öyle de olsa acıdık, böyle de olsa. “Acımayı bilenlere” demişti eskiden sevdiğim bir ses, sevdiği bir şarkıyı gönderirken. Hiçbir şarkı anlatamadı yeterince bu iç sıkıntısını… Şiirlerden, şarkılardan yazmak dindiremedi sancısını…

“ladese girelim bir sokak kelebeğinin bacaklarıyla, hadi
kim unutursa ilk, son o ölsün
ki hayat kendini uzatarak veriyor cezasını” (2)

Tahammülün sınırları zorlandı artık, açıldı o kapı vaktinden önce. Daha çabuk kırılır, daha çabuk öfkelenir oldu çocuksu sevmelerim. Dürüstlük, apaçık olmak dert oldu; “tu” oldu, “kaka” oldu. Sonra herkes her şeyi yorar oldu, “herkes ne der” oldu. “Gamsız” oldu, “Aman dikkat” oldu. Sonunda olan oldu. En çok beni yorar oldu, kopkoyu bir yalnızlık oldu.
Bir bataklık bu şimdi, dibe çekilirken, sessizce ve sabırsızca sonunu beklediğim…
Cezasıysa bu gülmelerimin; hiç sorun değil, kabullenebilirim…

Yağmurun yağdığını, havanın karardığını görmek bile bir lütufmuş meğer… Mevsim kışa bile dönse, bir lütuf…
Sabah gözümü açtığımda gördüğüm karanlık… Akşam ayın kendince ışıtmaya çalıştığı gökyüzüm…
Yapay ışıklarla yaratılabilen gölgelerden ibaretmiş.

Güneşin batışını görmek bir lütufmuş meğer.

“sevgisinin üstünü alma şansı olsaydı insanın,
epey karlı çıkardım herhalde bu işten.
yıllar sonra toplu da alabilirdim artanları,
maaşa da bağlatabilirdim kendimi hepten…” (3)

Bu yokluğu affetmeyeceğim!
İçimi yakana mutluluk, di-le-me-ye-ce-ğim…




(1) Salih BOLAT
(2) Elif NURAY
(3) Zeynep ALTUNTAŞ

2 Eylül 2008 Salı

_light of the world_

Bir "özleme krizi"ne daha dayandım bu gece...

İçime dokundu masum sözlerin, zehirli olanlarını hatırlamaya çalıştım. Yüzünü çektim gözümün önünden, gülüşünü görmedim.
Şarkılar seçtim kendime, gemileri yakan cinsten. Çağrışımların serbestlik hakkına kısa süreliğine ara verdim. "Geçecek" dedim...
Geçer değil mi?




(İçeride de yok o kapının tokmağı, biliyorum...)

22 Ağustos 2008 Cuma

' ' ' ' ' Yok Yok Yok Yok ' ' ' ' '

Yoksunum aslında senden
Yoksulluğum bu yüzden
Yoksuzum bile diyebilirim
Yok yere kederlerimden

Yokluk ekleri içinde olumsuzları seçmişim hep
Yoklamada hepsi "burada", kim ise
"Y O K"
Yokumsamak bile yetmiyor bu bedeli
Yok pahasına verdim işte beni
Yokçuluğum kendimsizliğimden yani

21 Ağustos 2008 Perşembe

Tekel




Işıklı şehrin terkedilmiş bir gökdeleniyim
Aslında koskocaman bir dünya içim
Ama uzaktan bakınca,
karanlıktan ibaretim

...Senden Başka Kimse(m) Yok...

"Kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan- -
O, işte..."

Oruç Aruoba

17 Ağustos 2008 Pazar

Şefkat yağar gökten ve dağılır karanlık aniden...

Uykusuz gecelerden birinde daha, sadece yazasım geldi. Ne yazacağımı bile bilmeden klavyenin başına geçtiğime göre bir "kişisel not" özlemi içindeyim demek ki...
Umutsuzca direnirken gözlerim uykuya, hırkamın yüzümde bıraktığı izlere takılıyor parmaklarım. Nedense Edip Cansever şiirleri geliyor aklıma...Onun da olmuş ya hani, izleri yüzünden okunan yoklukları.
Belki izi kalan; ama acısı olmayan anılar peşindeyim. Kelimeler döktürsün içimden istiyorum yaşadıklarım, hüzünlü gülümsemeler yaratsın dudaklarımda.
Mümkünse sadece...
Özledim diye sızlasın da içim, uzaklık kilometrelerle sınırlı olsun...

Güneşe yakın vakitlerdeki konuşmalar geliyor gözlerimin önüne durup durup, sonra, bir bitirişin en doyumsuz anı olan sarılışlar... En özlenen anlarım oluyor bir anda. Neyin eksikse en önemli şey odur ya, ondan...
İçimdeki masumiyete tutunuyorum, kızgınlığı körüklemiyor, aksine bir kabullenişe bırakıyorum kendimi...
Gülünce gözlerim kısılmıyor benim, aynayla avunamıyorum.
Ne affediyorum, ne unutuyorum. En zor olanı yapıyorum ve vazgeçiyorum yaratılarımdan... Yırtıp atmak içimden gelmiyor, kırpma makinesinde kıyılışını izliyorum...

Yine de ne vazgeçilmez bir yaşantıdır, bir sarılışta kalmak ve dalmak uykuya...

Ve ne gariptir latince'de şefkat, beraber acı çekmek anlamına gelir... Arapça'da ise aynı kökten geldiği şafak ile ilişkisi açık değildir...

12 Ağustos 2008 Salı

İncelikler yüzünden...

Kabul olur mu sevgi, hiç emek vermeyince!?
Yok be zor değil, çok büyür isteyince
Git biraz düşün, bak ne haldeyim güvenince
Anlamam yakın, giden hiç dönmeyince

Ölsem de seni sormasam, umurumda olmasan keşke
Bitmedi savaş, mağlubuz bu derde…*






Çok düşündüm yokluğunda. Epeyce de okudum, yine yeni şiirler buldum kendime. Bu arada yazmayı bıraktım. En azından bir süreliğine… Önce sakinleşmem lazım!

Düşündükçe, hatalarımla yüzleştim. Öyle üzülmüştüm ki senle. Biliyordum ki, bir yerde üzüntü varsa, hata da vardır. Yüzleştim…
Tek suçlu ben değildim ama.
Senin de haklılığını kabul ettim. İnan, sen savunmamışsındır kendini kendine benim savunduğum kadar. Gerçi ben gibi kızmamışsındır da. Zaten eminim kendine bile, bana davrandığından iyi davranmışsındır.

Sen yokken (ne zaman oldun ki aslında, kısa birkaç an dışında), o kadar çok vurdum ki kendime, sonunda yoruldum. Uzak sözlerin asılı kaldı havada, ben bitkince yığılırken olduğum yere. Her şey uçup gitti, sadece suskunluğun kaldı bana….

Çok kabaydı çektirdiğin bu sancılar. Senden daha ince bir acı beklerdim açıkçası. Herkesin yapabileceği gibiydi, sıradandı, yakıştıramadım; ama acıdım.

Tabii bol bol da özledim. Mekanik bir sesle avundum içim sızlarken. Yetmedi. Hayaller kurdum, geçmedi. Ona da alıştırdım kendimi; yetmemesine, geçmemesine, öyle yaşamaya…. Öğreniyorum.

Demem o ki, çıkarttım seni içimden. Öyle kısa zamanda öyle hızlı kök salmıştın ki, öyle güçlüydü ki tutunuşun… Öyle sevmiştim ki içimdeki sen ağacını… Hâlâ kanıyorum. Pansuman da yapmıyorum, kendimi de tutmuyorum. Böyle büyük sevginin böyle sancısı olur dedim, bıraktım kendimi. Kimse bilmedi, çıkarcı bir belediyenin söküp yerinden ettiği ağaç gibi unutuluyorum…
İçimdeki seni kan kaybından kaybettim, ardından ağlamıyorum.
Artık kalbim hiç odacıklı…

Şimdi o koca boşluk dolar mı, bilmiyorum. Ne ilksin bir gidişte, ne de tek. Ama ayrıydın ya içimde, yazık oldu, ona yanıyorum!

Yine de umut hep vardır, değil mi?
Dışarıda hayat var, öyle değil mi?


*Mustafa Sandal (Mağlubuz)

9 Ağustos 2008 Cumartesi

329 ay....

www.hediyedenizi.com/DogumGunu/dogum_gunu.php
linkini tıkladığımda karşıma çıkan sayfada bunlar vardı:

09 Ağustos 2008
12:16 itibarı ile

05 Temmuz 1981
Bir Pazar günü dünyaya geldin
Sen doğalı 329 ay geçti
Sen doğalı 1.413 hafta geçti
Sen doğalı 9.897 gün geçti
Sen doğalı 237.540 saat geçti
Sen doğalı 14.252.416 dakika geçti

Sen doğalı 855145??? saniye geçti [okurken saniyeler geçmekteydi hızla...]

Şu anda 27 yaşındasın
Bir sonraki doğum gününe 329 gün var
Bir sonraki yeni yıla 144 gün var
Hicri takvime göre doğum tarihin 3 Ramazan 1401
Tahmini ana rahmine düşme tarihin 27 Eylül 1980

Ortalama Türk kadını ömrüne 44 yılın kaldı
Ortalama gelişmiş ülkelerdeki kadın ömrüne 52 yılın kaldı


Senin yaşına eşit bir ördek 7 yaşında
Senin yaşına eşit bir keçi 5 yaşında
Senin yaşına eşit bir kedi 14 yaşında
Senin yaşına eşit bir at 15 yaşında
Senin yaşına eşit bir balina 138 yaşında

[gençmişim daha...]

Yengeç burcundansın
Burç taşın Yakut




Burç Uyumları
Akrep, Yengeç ve Balık burçlarıyla uyumun çok iyi.
Aslan, Başak, Boğa ve İkizler burçlarıyla uyumun iyi.
Yay ve Kova burçlarıyla uyumun orta.
Terazi, Koç, Oğlak burçlarıyla uyumun kötü.

[oysa ki iyi anlaşırım oğlaklarla, değil mi dostum? :) ]

Burcuna göre çiçeğin Akdeniz Lalesi:
Akdeniz'den gelen anemon güçlü renkleri ile yengeci büyüler. Yengecin yaşam tarzında olduğu gibi anemonlar da kendilerine özgüdür. Rahatsız edilmeden küçük gruplar halinde yetişirler. Küçük veya taşlı bahçelerde.

[Şöyle bir şey:]























Yengeç burcunun gök cismi: Ay: Hislerin temsilcisi...

Kader Sayın 4 (Duvarcı)
Yasam carkinizin sayisi kareyi simgeliyor. Bu adalet ve esitlik demektir. Siz ise bu karenin tam ortasinda dort tarafiniz cevrili oldugu icin kipirdayamiyorsunuz. Biraz da hareket ve renk lazim degil mi hayatinizda? Sadece yukariya dogru gelisebiliyorsunuz. Kare yasamin tum pratik yonlerini temsil ediyor; ama olaylara degisik acilardan bakmayi basaramiyorsunuz. Yasam carkina gelecekte olacak iyi seylerin temeli diye de bakabilirsiniz. Sabirli ve sebatli birisiniz calismaya her an hazirsiniz. Aynen bir duvar ustasi gibi araclariniz; mantik ve yontemdir. Sizin icin belirli kaliplar var, onlarin disina cikmayi ise hic akliniza getirmiyorsunuz. Sadik ve guvenilir bir kisisiniz. Ancak muhafazakarlik sizi kisitliyor. Ayrintilar ise sizin bazi cabalarinizin sonuclanmasini engelliyor. Kendi fikirlerinizi baskalarina zorla kabul ettirmeye calismazsaniz ilerlemeniz daha kolay olacaktir. Bir sanatcinin ya da mimarin size kavram olarak sundugu bicimi, tum ayrintilari ile gozunuzde canlandirabilirsiniz. Bundan sonra da kendi pratik yaklasiminizla projeyi kagida dokebilirsiniz. Kimse sizin icin "gorev ve sorumluluklardan kaciyor" diyemez; cunku nerede guvene ihtiyac varsa orada sizi buluyorlar.

Dogum gününüze göre hangi hayvansın? (Fare)
Sessiz sakin; ama çok zekisiniz.
Dost canlısı, sevilmeyi bekleyen tavırlarınız ilgi çekiyor.
Küçük bir arkadaş grubu size yetiyor.
Fazla popüler olmasanız da yakınlarının el üstünde tuttuğu birisiniz.

Burcunuza göre tatil seçeneğin;
Duyarlı Yengeç insanları en çok su kenarında tatil yapmaktan mutlu olurlar. Yengeç burçlarının çoğu evlerinden fazla uzaklaşmak istemezler. Evlerine yakın deniz, göl kenarları, onlar için ideal tatil yerleridir. Büyük lüks oteller yerine küçük oteller, içinde mutfağı olan bungalovlar sakinliği seven Yengeç insanına hitap eder. Tatilde, o yörenin pazarından aldığı sebze ve baharatlarla yemekler yapabilirse çok mutlu olacaktır. Kendini ne kadar çok evinde hissederse, gittiği yerde o kadar çok rahat eder. Tutumlu Yengeç fazla para harcamayı sevmediğinden hesaplı turlarla tatile çıkmak ister.
Ailesine bağlı Yengeç burcu, büyük dedelerinin doğduğu yerlere gidip köklerini araştırmaktan heyecan duyacaktır. Aynı şekilde Mekke, Kudüs, Tibet gibi dinlerin doğduğu ya da Kapadokya, Roma gibi dini yerlerin bulunduğu bölgeleri ziyaret etmekten de zevk alacaktır.
Bir Yengeç için tatilde ne yaptığı ya da ne aldığından çok neler hissettiği önemlidir.

Burcunuza göre şarkı; Ahh en duygusal burcumuz evine bağlı sağdık aşk perisi, prensi modundaki yegane burç yıldızımız. Sen en güzeli kendine durmadan MFÖ den "sarı Laleleri" uygun gör. Şahsen biz çok uygun gördük...

Burcunuza göre internet alışkanlıkların; eee artık yorulduk bu burcun duygusal krizlerinden. Msn aleminin en sulu göz zodyağın en karamsar burcudur. Gothic resimlerle avatarını süslerken Spacesnde, blogunda hayata hep bir isyan, hep bir dert yanma havası içine düşmüştür. Beklentileri sabittir. Bir gün bu sanal illetten kurtulacağına inanır.

Burcunuza göre giyim tercihlerin; Duygusal bir yapıya sahip olan Yengeç burcu kadınları genellikle açık renkleri tercih ederler. Aksesuar kullanmaya bayılırlar. Küpe, kolye, zincir ve kemer düşünüdürler. Çok çılgın giyinmeyi severler.



Korkuların; Başına bela gelme korkusu. Başına her şey gelebilme ihtimali korkusu




Sen doğduğunda cumhurbaşkanımız Kenan Evren idi. [Darbe çocukları...]

Sen doğduğunda başbakanımız Bülent Ulusu idi.




Doğduğunuz yıl asgari ücret: 10.000 TL

Sen doğduğun gün Amerikan Doları 113,02 TL idi

Sen doğduğun gün Alman Markı 46,82 TL idi

Sen doğduğunda 200 gr ekmek 3 Lira 70 Kuruş du




Doğduğun günün Hürriyet Gazetesi, Time Dergisi, Rolling Stone ilk sayfası :






















































1980-1981 sezonunun şampiyon takımı Trabzonspor, gol kralı Bora Öztürk (Adanaspor) 15 gol
1981-1982 sezonunun şampiyon takımı Beşiktaş, gol kralı Selçuk Yula (Fenerbahçe) 16 gol


Sen doğduğun gün gökyüzünde ay tam olarak böyle görünüyordu,

















Senin doğduğun tarihte bunlar oldu

05/07/1811 Venezülla Bağımsızlık Günü. Simon Bolivar, Venezüella'nın İspanya'dan bağımsızlığını ilan etti.


05/07/1889 Fransız şair, romancı, ressam ve film yönetmeni Jean Cocteau doğdu.


05/07/1911 Fransa cumhurbaşkanı (1969-1974) Georges Pompidou doğdu.


05/07/1924 42 ülkenin katıldığı Olimpiyat Oyunları günü Paris'te açıldı. Almanya olimpiyatlara katılmadı.


05/07/1932 Portekiz'de faşist rejimin başkanlığına Antonio de Oliveria Salazar getirildi.


05/07/1938 Türk Birlikleri Hatay'a girdi. Fransızların ilan ettiği sıkıyönetim kaldırıldı.


05/07/1939 Enver Paşa'nın çocuk ve torunlarının vatandaşlığa alınmaları ve yurda dönmelerine izin veren yasa çıktı.

05/07/1939 Valilerin Cumhuriyet Halk Partisi il başkanlığı görevlerine son verildi.


05/07/1945 İngiltere'yi 2. Dünya savaşında zafere götüren Winston Churchill seçimleri kaybederek başbakanlıktan ayrıldı.


05/07/1946 Fransız modacı Louis Reard, iki parçalı mayoyu tanıttı. Mayonun adı, Amerika Birleşik Devletleri'nin atom bombası patlattığı Pasifik'teki Bikini Adası'ndan geliyor.


05/07/1950 Radyoda dini program yayınlama yasağı kalktı.


05/07/1952 7. Uluslararası Kadın Hukukçular Konferansı İstanbul'da başladı.


05/07/1954 Memur Tasfiye Yasası, çıktı. Artık; memurlara bir süre için işten el çektirebilecek ya da emekli edilebilecek.


05/07/1961 Fransız askerleri Cezayir'de göstericilere ateş açtı; 80 ölü.


05/07/1964 Emekli Albay Talat Aydemir idam edildi. Aydemir, 22 Şubat 1962'de darbe girişimi nedeniyle emekli edilmişti. Aydemir, girişimini 21 Mayıs'ta tekrarlayınca yargılandı, idama mahkum oldu.


05/07/1967 İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan 5 Temmuz 1967'de , Gazze'yi ilhak ettiklerini açıkladı.


05/07/1971 Gazeteci İlhan Selçuk ve Oktay Kurtböke birer yıl hapse mahkum oldu.

05/07/1971 Türkiye'nin Ortak Pazar'a geçişini öngören katma protokol Meclis'te kabul edildi.


05/07/1973 Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT) "Eurovizyon Kulübü" üyesi oldu. Artık dünya olaylarını naklen yayınlanabilecek.


05/07/1974 Bakanlar Kurulu Türkiye'de haşhaş ekimi yasağını kaldırdı. 7 ilde haşhaş ekimi yapılabilecek. Karar Amerika Birleşik Devletleri'nin tepkisine yol açtı. Başbakan Bülent Ecevit "Nerede ne ekeceğimize kimse karışamaz" dedi.


05/07/1976 Devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılması mücadelesi çerçevesinde; Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) yönetimi "Devlet Güvenlik Mahkemeleri sıkıyönetimsiz sıkıyönetim demektir" uyarısında bulundu.


05/07/1977 Pakistan Genelkurmay Başkanı Ziya ül Hak darbe yaptı ; Başbakan Zülfikar Ali Butto tutuklandı.


05/07/1978 İstanbul'da Atatürk Eğitim Enstitüsü müdür yardımcısı vurularak öldürüldü, Şehremini'de bir kahve tarandı; 3 kişi öldü, Ankara Valiliği polis dernekleri Pol-Der ve Pol- Bir merkezlerini kapattı.


05/07/1984 250 milletvekili silah almak için başvurdu.


05/07/1987 Profesör Dr. İdris Küçükömer öldü. Yön ve Ant dergilerinde yazdığı yazılarla Türkiye'de kapitalist gelişmenin çarpıklıkları ele alan Küçükömer, devletin "despotik" niteliğinin "sivil toplum"un gelişmesi önünde en büyük engel olduğunu savundu. Osmanlı Devletinin toplumsal formasyonu konusunda "Asya tipi üretim tarzı" kuramını gündeme getirdi.

05/07/1987 Avusturya polisi Viyana'da bulunan Alpaslan Türkeş'ten ülkeyi derhal terk etmesini istedi. Türkeş Viyana'dan Paris'e geçti.


05/07/1988 Bakanlar Kurulu Fethiye, Gökova, Köyceğiz ve Dalyan kıyılarını özel koruma bölgesi ilan etti.


05/07/1991 Mesut Yılmaz hükümeti 153'e karşı 265 oyla güvenoyu aldı.


05/07/1993 Tansu Çiller hükümeti 184'e karşı 247 oyla güvenoyu aldı.


05/07/2000 Kapatılan Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan'a "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçundan verilen 1 yıllık hapis cezası Yargıtay'da onaylandı. Necmettin Erbakan ömür boyu siyasi yasaklı oldu.

1 Ağustos 2008 Cuma

"Bilge" bir adamdan...




"sen ağaçtan sen ağaca koşuyorum
aradaki pusarık bataklıkta ayrışıp yıvışan günlerin hiçliğinde..."

**************************************************************************************

"senin yanımdasızlığın bir silik suskuydu.
günsüz karanlığımın keser açardı kapısını
sesin, yüzün, yürümen...
çıdamlı, dümdüz uzanan
uçsuz bucaksız, engebesiz bir düzlükte üstüme bir çığ gibi geldin
kendine kattın beni.."

**************************************************************************************

"kolum koluna değmesin diye uğraşmak hepsi bu.
oysa kolum değmesin diye uğraşırken istediğim tek şey onunla yatmak onunla uyumak ondan önce uyanıp oyanışını görmek.
gözünü açmadan önce derin bir soluk alırken yanıbaşında durmak.
açılan gözlerini bana çevirmeden daha öpmek!"

*************************************************************************************

"baygındım / ölüydüm /yüzüyordum mor bir suda /
gözüm kapalıydı / konuşmuyordum /
oyun bitmez ki diyordum / vezire çıkıyordum /
vezirleri benimdi yeşillerin / almıştım /
alıyordum artık / karşı karşıya gelmiştik /
oyun bitmez ki bitmez ki bitmez ki..."

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Sordun mu soruları?

Hayaletler...
Kafanın içindeki ve ardındaki...


"hayatına temiz bir sayfa açmadın mı?
ne var ne yok eskiden kalma yakmadın mı?
kendine uzak durmaktan bıkmadın mı?
kalbindeki derin mevzuya bakmadın mı?

dünya dönsün cebinde
gerçekler kalbin içinde

kalpten kalbe gizli yollar var
aşk içinde binbir sırlar var
sevmeyene görülmez asla
çok derin mevzular anla
kimse kaybedilmez aşk varsa

kendine bir söz vermiştin tutmadın mı?
herkese parçalanmaktan bıkmadın mı?
güneş doğdu, sen hala yatmadın mı?
kalbindeki derin mevzuya bakmadın mı?

kalpten kalbe gizli yollar var
aşk içinde binbir sırlar var
sevmeyene görülmez asla
çok derin mevzular anla
kimse kaybedilmez aşk varsa
kimse terk edilmez aşk varsa..."

Ertuğ Ergin

12 Temmuz 2008 Cumartesi

Özetle...




Hepinizi terk ediyorum
Kalemimin bütün kurşununu kustuğu gibi -biraz önce-
Döküyorum sizi içimden
Yere saçılıyorsunuz.

Canım ne kadarınızı isterse,
O kadarınızı tutacağım içimde,
O kadarınızı eğilip toplayacağım yerden...
Bu arada;
Çalmayacağım sizin için ateşi!
Ciğerlerim sökülürken çünkü her gece,
Mangal derdindesiniz siz pişkince

Hepinizden vazgeçiyorum yani
Özeti bu...
Ne kadar tiksinilecek varsa dibindesiniz
Ve sevileceklerden uzakta sinsice.
Ne sevginizin bir anlamı var,
Ne de zerre kadar içtensiniz...
İstemiyorum ilginizi de, aman kalsın!
Yaslanmayacağım omzunuza da.
Çalmayacağım sizin için gökkubeyi yerlere
Uykusuz uzanırken göklere ben her gece
Terlemektesiniz siz midesizce...

Ha bir de unutmadan;
Sırlarım sizde kalsın
Hatta sevgilerim ve emeklerim de
Gülüşlerim
Sarılışlarım
Acıyışlarım
-İçimde hepsi çok nasılsa-
Belki bir gün yeniden
Görüşürüz keyfim olursa...

10 Temmuz 2008 Perşembe

UZAĞINDA, “BEN YAPTIM OLDU, ZİHNİYETİ”NİN




Haddim olmayarak
İzninle

Biraz dokunabilir miyim?
Biraz koklayabilir miyim kokusunu teninin?
Yeni bir masal yaratabilir miyim kendime?
Sonra sonunu sevmeyip değiştirebilir miyim?
Ortasına dalabilir miyim mesela?
Olmadı, diyerek başa dönebilir miyim?
Bunların hepsini
Sen farkında olmadan yapabilir miyim?
Farkındalığından –biraz- korkabilir miyim?

Sonra oturup karşında bir sandalyeye
Sohbete dalabilir miyim sakin sakin
Ruhum dingin
Vakit şafak

Biraz

Sen yokken yaptım, oldu
Seninle yapabilir miyim?

5 Temmuz 2008 Cumartesi

YAŞ ŞİİR (YAKILMAZ DAHA!)



Tutunamadığım anlar oldu
Bıraktığım anlar

Bilen anlar

Eskilere yeniler kattım
Acıdım
Neşelendim
Giden hep yaktı da içimi
Gelen de az serinletmedi doğrusu
Eksik kalan hep güven verdi hem
ama fazla gelen yetmedi

Kendimi keşfediş zamanlarım oldu
Hatta bu bir sene böyle geçti
Kızdığım vakitleri çok belli etmedim belki
Ama sevdiklerimi ettim, biliyorum

Bir sese tutunduğum anlar oldu
Bırakamadığım anlar

Yaşayan anlar

Yenileri buldum
Hem de zengin oldum
Dönüp dönüp kendime baktım
Her bakışım, dünyama bakışım oldu
Yok muydu hiç sitemi, sızısı, olmaz mı
Ama ya sevgisi, değer!

Onu da yeni olan anlar diyelim :)

Hele kuralların inadına nadir olan(lar)
Herkese de nasip olmaz,

Nadir(en) anlar

Ağlatan minnetlerim oldu,
Geri dönüşlerim, dönüşe sebep oluşlarım
Yaşı olan anlar
Dönüşü olan anlar

Ayağa kalkışlarım
Kendimi bırakıp, canı tutuşlarım, canan oluşlarım
Gecemi verişlerim
Geri alışlarım

Gece demişken, ah bir de sindiremediklerim oldu
Susamayıp, dilimi ısırışlarım
Kalemden vazgeçemeyip
Kelama sarılışlarım

Sonra ustası olduğumu söyleyen oldu mesela
(nasıl da hayranım, okuyan anlar)
İçimi içime sığdıramadığım coşkularım oldu
Dalım oldu, yaprağım oldu
İçim oldu

Bir de hatalarım oldu
O hatalardan vazgeçemediğim anlar
Yakınına gitmeyip uzağında da kalamadığım

Çeken anlar

“Ben sende kendim oluyorum” dendi sonra bir an
Henüz, yeni oldu
Gözümün ışığı oldu
Yüzümün gülüşü oldu

(Bir tek, maskem olmadı
Rolüm olmadı, yalana dair
O da olmasın
Yalan olmasın)

İşte sonunda
Örüntüler örüntüleri doğurdu,
Minnet oldu
Şükür oldu

İyi ki de oldu
Hepsi oldu
Tamam oldu...



(İyi ki varsınız…)

3 Temmuz 2008 Perşembe

Minnet




Yine, dilinden dökülen
iki samimi sözle mutlandım.
Her şey değil belki;
ama gülüşler karşılıklı :)))

1 Temmuz 2008 Salı

Haziran Üçlemesi

Hayâ

Sahiden bilmiyordum
Sana bilmediğimi söylerken
Hatta yeni yeni anlıyordum
Yormuyordum

Mesela elin elime ilk değdiğinde
Sevgiden ibarettim
İsimsiz…
Sahiden bilmiyordum
Yaşananların bize bir kılıf biçeceğini
Mesela hayal ederken dokunuşunu
Kaldırıp “l”yi, uzatıyordum “a”yı
Yapamıyordum içimde bile
Ne ona, ne kendime bunu.

İşlerin sarpa sarışı
İnanmadığım o ikiliğin kanıtıydı sanki,
Yönetimi ele almaya çalışıyordum
Hangi erke sığınacağımı bilmeden…

Sahiden bilmiyordum
Kendimi bağlarken sana
Her putu yıkamayacağımı.
Bürünemedim aşka…

Ama mecburdum sanki
O sarılışa…


******************************

Ara-bul(a)ma…

“Kupkuru kalplerde
Sadakat değersizmiş”

Öyle kolay ki bir kalbi kırmak
Çok kolay ezip geçmek
Akıllar okunuyor ya hani
Kalpler okunmuyor demek ki.

Beceriksizmiş duygudaşlıklarımız
Zaten işgüzarlık başımıza bela…
İyi niyeti sorarsan;
dibine kadar
Üzerimize vazife olmayan ara bulmalar
Sonra ara ki bulmalar…
Kaybolan bir ben var nasılsa…

Öyle ezildim ki gizli saklı
Bir o gördü ne denli yıprandığımı
Bir o şahit tutamadığım damlalara
Göremedi yine kimse direnişimi,
Yerinden sökülen içimi…

Ağlamamam lazım, ağlamamalıyım…
Senden vazgeçemem bu kadar çabuk
Hem öylesine çirkinim ki
Titrerken dudaklarım…


******************************

Aşı

Aynı silahla yaralanmıyor bedenim ikinci kez
Kendine has bir aşısı var
İlla ki canımı acıtacaksan
Başka kurşunlarla vurmalısın alnımın ortasından
Başka dikenleri batırmalısın içimin soyulmuş tenine
Başka zehirler dökülmeli dilinden
-ki dudaklarına teslim olayım yine

Yoksa bu vurdumduymazlık yetmiyor tüketmeye beni
Umurumda olmuyor sızısı
Yeni bir yol açılıyor önüme ansızın
Rotası beni senden uzaklaştıran
Yönü acıdan kaçan…
Her ne yapıyorsan bu umursamazlıkla
Gözümün yaşını dökmüyor yeniden
Seni sıradanlaştırıyor

Oysa sevmiştim ayrı olmanı,
içimde nadir olmanı…

17 Haziran 2008 Salı

...Buralar...





Kendime ait hissetmiyorum.
Kendimi ait hissetmiyorum.

O eski bağlı sevgilerimi
Nasıl da arıyorum…
Ah nerede benim toy sevmelerim?
İyi niyetlerim?
Hani demirden kalbim?
Neden böylesine eriyorum?
Neden gözümde büyüttüğüm kadar onları
İçimdeki kız çocuğunu büyütemiyorum?

Dolmasın lütfen gözlerim…

İstenmemek nasıldır bilir misin?
Çekememek kendini
Ama olamamak hiç orada?
Zaten “kendim” dediğin kim ki?

İstenmemek nasıldır bilir misin?
Giremediğin çemberin
Aşamadığın duvarların
Veremediğin anlamların
Seni yavaş yavaş yere doğru çekmesini…

Çökmek ne bilir misin?

Karanlıktan korkmazdım küçükken
Oyunumdu.

İçim nasıl şimdi biliyor musun?
Kapkaranlık…
Gözlerimin ışıttığı o gökyüzü yok
Yakmıyor ışıklarını yıldızlar
Öyle boşluğa bakıyorum
Çocuk bana bakıyor
Doluyor gözleri.

Dolmasın lütfen gözlerim…

Kimseye yönelmiyor o anlık gülümseyişlerim
Bir sıcak bakış görüyorum, yetmiyor
Sarılış arıyorum
İçimi tutacak…
Elimden dökülüyor
Yanıyor
Eriyorum…

Kimseye ait değilim
Kimse ait değil bana…
Dolmasın lütfen gözlerim….

Buralara ait değilim
Buralar ait değil bana…

“Ağlamam, ağ-la-ma-ya-ca-ğım”

26 Mayıs 2008 Pazartesi

ben bu havayı solumam!



Anladım bu inanışları
İçini arıtmakmış derdin
Sorumluluğu insanlığa yükleyerek
Kendini aklıyormuşsun meğer
Meğer senmişsin suçlu
Meğer çirkinmişsin
Yalanlar, sahtelere karışırken
Sözcükler kağıtlarda boğulurken
Anlamlar anlamı taşıyamaz olduğunda
Her şey bir gösteri silsilesinden ibaretmiş
Gösterdikçe binbir çeşitte
Saklamışsın kendine aslını.
Yine de güzel kazandı işte
İyi-güzel-kötü-çirkin
Ne fark eder bundan sonra
Farkında olduktan sonra
Uyan!
Bu oyunun tek seyircisi sensin
Oyun olmaktan çıkardım ben durumu
Gerisi zaten gelip geçen
Gerisi zaten delip geçen
Kendi yarattığınız pis havayı soluyorsunuz…

(Mart 2008)

******************************************

Soldunuz soludunuz
Yine nefes olduğunuz bir pisliğin dönüşümüne
Yine yapış yapış oldunuz tenimde
Silkindikçe gitmeyen
Yıkandıkça geçmeyen…
Oysa nasıl alışıktım
Nasıl da muhtaç.
Hani sen de çok düşkündün duruma
Pek hoşuna gitmişti yaşananlar
Ah o riya ne kadar da bariz
Gözlerinde
Her bakışını zihnime kazıdığım

Elim kaleme gitmiyorsa şimdi
Sözcük dilime gelmiyorsa
Kahretsin!
İçimi çürüttünüz…

Silkinip kendimi avuttuğum o duygu sömürüsünden
Vurduysam kendimi bu şehrin sevdiğim köşesine
Bakma sen;
Aklımda hala, bir acı gün fotoğrafının
Artık gülümseten anısı…
Bakma sen kin tutarım aslında ben
Bakma,
Nasılsa umurunda değil
Yangına attığın bu beden…

(Mayıs 2008)

23 Mayıs 2008 Cuma

içimizdekine ağıt

“ne kadar istesem de,
ben seni arayamam…”



Biz o treni kaçırmışız seninle
Kaçırdığımızın farkına bile varmadan.
Hatta gardaymışız da, haberimiz yokmuş
Sen tahta bir sıranın üzerinde,
Sorularla...
Ben kapıyı görecek yerde
İçimde toyluklarla...
Ayrı ayrı gözlermişiz de meğer
Bilmezmişiz


Bir tren gelmiş çoktan
Hatta gitmiş bile çoktan
Biz farkında olmamışız
Aslına bakılırsa o zaman
Değişmezmiş, olsaymışız da
Ama şimdi bakınca
Biz o treni kaçırmışız çoktan…

Şimdi, yeni bir yolculuk yok
Yeni bir tren de gelmeyecek
Zaten o eski yolcular da değiliz biz
Gidecek yerimiz bile yok
Sen oturacaksın aynı tahta sıranın üzerinde
Biraz ağrıyarak
Ben daha yakınına geleceğim
Dayanamayarak

Gelse de tren, binen olmayacağız
Belki beraber seyre dalacağız
Belki onu bile yapamayacağız…
İçimize acıyarak…



“sebebim var, biliyorsun,
ben seni arayamam…”