26 Aralık 2011 Pazartesi

içimden hiçbir şey gelmiyor.

Hani şair "neden ayrılsın ellerimiz her akşam üstü" diyor ya; ben de "neden sarılıp uyumayalım ki?!" diyorum. Canım fena sıkılıyor. İşe gidesim, okula gidesim, kitap okuyasım, spor yapasım ve hatta gezesim yok.
Sevgilim yanımda olunca hevesleniyorum bir şeylere; ama o da yanımda yok!
Deli gibi yorgunum, onsuz uyumak gelmiyor içimden.
Mutsuzum hepten.

(gece gece dertlendim yine)

10 Kasım 2011 Perşembe

Yollar nasıldı?

11 Şubat 2009'da sevgilimi düşünüp yazmışım.
Ben istemişim hayat bana onu vermiş. Azıcık da geç kalmış.



"Bi' adam olacak hayatımda, o da dosdoğru olacak.
Ne hissettiyse söyleyecek daha en baştan; kızgınlık, öfke, sevgi, şefkat...

Bi' adam...
Gözlerinden taşan duyguları, dudaklarından dökmeye çekinmeyecek. Öyle oyunlar, taktikler, kaç-kovalasınlar, vur-kaçlar falan olmayacak sevgisinde...

O adamın içini göreceğim ben, saydam olacak teni...
Kızaran yanaklarım gibi belli edecek mahcubiyetini, durduramadığım gülüşüm gibi taşacak içinden coşkusu...

Hiçbir şeyi bana benzemesin, önemli değil!
Dolambaçsız olsun yollarında yeter, dediğim gibi...

(Biliyorum o bu "aşk"ların hiçbiri olmayacak. Buraya kimi ne kadar yazacağım bilmiyorum; ama o bunlardan biri olmayacak.)"

Çubuklu

“Çubuklu forma bir emanettir, o formayı yuhalamak ihanettir”

4 Ekim 2009'da kimbilir ne üzerine yazmaya başlayıp, bırakmışım. Bunu da gör ey taraftar!

9 Kasım 2011 Çarşamba

...o ev...


Akşam uykusundan uyandım, kahvemi aldım elime, bi' yanımda artık geceleri yiyemeyecek olduğum snickers, fonda sevgili tavsiyesi ile Kings of Convenience çalıyor.

Mevsim kış olsa, biz ormanda olsak, odamız şöminede yanan odunla ısınsa, teknolojinin istediğimiz kadarı, keyfin dolusu olsa, odaya arkada çalan hafif melodiler yayılsa (sevgilim huzurlu şarkıları bulmakta üzerine olmayan bir huzursuzdur), iş-okul derdimiz olmasa, hayatın günlük akışına dair hiçbir derdimiz olmasa, yollar kardan kapanmış olsa, günlerce evden çıkmasak...

Yaşarım ben onunla.
Gerçeğimiz öyle olmasa da.

Kaderin bana gülüşüsün sen!

Sevgiliye yazayım diyorum, o bana yazıyor, benim ona yazacaklarımı yazıyor hem de. Ben ne yazsam ondan alıntıymış gibi oluyor sonra. Ne desem daha önce söylenmiş oluyor. Bazen aklımdan geçen sözcükleri ben mi düşünüyorum, yoksa o bana mı söylemişti karıştırıyorum.

Buna rağmen...
Öyle güzel ki ondan okumak hayatı. Öyle güzel ki onu okumak. Sanki yıllardır ne okuduysam onu anlayabilmek için okumuşum gibi. Sanki benim bunca hayatım ona hazırlıkmış gibi.
"O olmadan nasıl yaşamışım" şaşkınlığım yok hiç, onun varlığı bir mucize zaten. Herkese nasip olmayanından.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Doyasıya...

Beni yeniden yaratan, yaratıcılığımın sınırlarını zorlayan, kalbime sığmayan, sakin sessizliğimi kalbimde yarattığı heyecanlarla değiştiren, şimdiye kadar yaşadığım ve yaşamadığım her şey onun olmak içinmiş, onunla olmak içinmiş dediğim adam;

Bu yaşıma kadar hazırlık okumuşum meğer, seninle bitmeyen bir okul olasım var...
Kendimi kaybedip, sende keşfedip, içinde tekrar kaybedesim var...
Benimi benden çıkarıp, senden ibaret olasım var...

Doyasıya...
Ölesiye...

9 Ekim 2011 Pazar

"Acıları bitiremedim / Gururuma yediremedim"

Garip bi' kaderim var, müzik zevkimin sürekli bi' şekilde sorgulanıyor olması ilginç.
Bi' sevgilim Tarkan yüzünden küsmüştü bana, diğeri Mustafa Sandal dinliyorum diye 3 gün aşağılamıştı, şimdiki de Serdar Ortaç dinliyorum diye hayal kırıklığı yaşıyor.
Adamlarla evlenmediğimi, dinleyip eğlendiğimi bir türlü anlatamadım (istese Tarkanla evlenebilirdim oysa).
Dinlediğim adamların zekaları illa ki sevdiğim adamlarınki kadar olacak diye bir kural yok değil mi?
Ya da Türkçe'nin popüler müziklerini sonuna kadar dinliyorum diye salaklaşıyor sayılmam herhalde.
"Musti'nin 'Kop' albümünü dinlerken 18.yy.felsefesini yalayıp yutuyordum" desem de bir anlamı olmaz.
Neden sevdiklerimle ve sevmediklerimle yargılanıyorum ah bir anlasam...

"bana göre hava hoş kendi bilir
beni bilen iyi biliyor"

http://www.youtube.com/watch?v=-VqIgDFmKNs

26 Eylül 2011 Pazartesi

Uçarım mesela

"Ben mesela uçarım mesela
Yerlere göklere sığamıyorum"

Facebook'a yazamıyorum, twitter'a yazamıyorum, önüme gelen herkese "ben var ya, çok fena; ama çok fena" diye anlatamıyorum.
Kendimi fena kaptırdım; frenler tutmuyor, yokuş aşağı gidiyorum, su havuzunda kaydıraktan hızla kayan bir çocuk şapşallığıyla kendimi izliyorum.
Bi' de bu şapşallıktan zevk alıyorum.

24 Eylül 2011 Cumartesi

"Çaysız sohbet, sensiz dünyaya benzer"

Tam nasıl anlatsam, neresinden başlasam, bi' de şu şarkıyı (http://vimeo.com/18307537) eklesem mi linke diye düşünürken, zaten yazdığımı gördüm (http://demirezen06.blogspot.com/2011/05/burnum-omzunda.html)

Öyle bi' adam buldum ben. İlginç bi' şekilde... Sanal dünyamın içinden çıkıp yanımdalığını o kadar çok hissediyorum ki, sanki yüzüm onun avuçlarının içinde olduğundan bu denli yanıyor.

Beraber çay içmenin, beraber dizi seyretmenin, beraber Ankara'yı seyretmenin, beraber şiir okumanın, beraber sinemaya gitmenin, beraber alış verişe çıkmanın, beraber rakı içmenin, beraber yürümenin hayallerini kuruyoruz. Sade hayatların içinde sade hayaller...

Gece sözcükleriyle uykuya dalıp, sabah sözcükleriyle uyandığım, varlığını içime sakladığım bir adam.
Yazan adam, beni hiç durmadan güldüren adam.

Anlatsam anlaşılır mı bilmiyorum; hiç sarılmadığım bir adamı nasıl özlediğim.
İçimi böyle doyumsuz bir bahar gününe nasıl çevirdiği, ruhumun anti-depresanı olduğu anlatılabilir mi bilmiyorum.
Bildiğim; içine onu katmadığım bi' sohbetim olmuyor, dilimde çayın tadı, aklımda o.

2 Eylül 2011 Cuma

"Bir kırıldık daha da kırılırız"


Kimbilir belki aynı şiiri okuruz bu gece. Aynı kitaptan aynı kelimeleri seçeriz belki...
Sonra sen gidersin, kitabı(mı) da götürürsün.
(bu gidiş kahreder)
Başka bir gece aynı kitaptan, aynı kelimeleri seçeriz.
(ayrı kentlerde)
Senin yastığın soğuk (korkarım uykularına zevali olur duvarların), benim yastığım ıslak (gözyaşı hiç bitmezmiş)...

Bu gidiş günah!

"Nehirler daha uysal akar,
Bir çiçek nasıl açılıyorsa kendiliğinden
Bir kuş nasıl uçuyorsa
Öyle sever, çalışır insan,
Kıraçlar çarptıkça dağlara
Gül göçürür şafağından
İnsanın altın şafağından
Tarihin altın şafağından

Bir kırıldık daha da kırılırız

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza."

Cemal Süreya
Sevda Sözleri

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Şike şike değil, seve seve...


Hani şu, "hisseler düşüyor, tek elde toplanacak, o da siyasi kimliği derin birileri olacak" tedirginliği var ya, beni o kahrediyor.
Bunun koca bir oyun olduğu ve amacının da temiz lig, temiz futbol olmadığı hissi beni kahrediyor.
"Dokunmadık mahrem, girilmedik kale bırakmayacağız" tarzı yargı hamleleri beni kahrediyor.

Şike varsa, yapan cezasını çeksin elbette; ama arada kaynayan emekler beni kahrediyor.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Kafamda deli sorular...



1 - Rus kadınların neden bizimkilere sardığı belli oldu.
2 - Hintli-Çinli amcalar acaba şu Çinli teyzelerin ayaklarını küçük tutmak için yaptığı gibi bir yöntemle mi bu hale geldiler?
3 - Griler ne demek istiyor, neden listede yok?
4 - Dünyanın koyu yeşille işaretlenen zenci amcalarına selam (abi büyüksünüz)
5 - Çok şükür İtalya yeşilmiş, üzülürdüm valla :)
6 - UK kısmındaki dengesizliğin nedenini çok merak ettim.
7 - Bu ölçüler cm cinsinden mi acaba, sonra bi yanlışık olmasın da.
8 - Bi de benim coğrafyam çok kötü, Avrupa'nın ortasındaki o koyu yeşil nereye tekabül ediyor, yakınmış da :)

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Burnum omzunda...

(Yazacak çok şeyim varken mailleri yazıp yazıp sildim. Dostlarıma bile yazamıyorum, yaşadığım hiçbir şey yeteri kadar önemli gelmiyor. Zaten artık eskisi gibi günlük de tutamıyorum. Dilim de biraz çocuklaştı sanki, anlatmak istediğimi bir türlü edebi, anlamlı bir kalıba sokamıyorum. Kelimelerime ne oldu, bilmiyorum.
Akademiye olan ilgimi de böyle kaybettim sanırım ben, yazmak insanın işi olmamalı. İnsan sadece keyif için yazmalı bence...)

Neyse.
Benimle beraber ince belli bardaktan çay içmenin keyfini çıkaracak bir adam arıyorum. Kahvaltıda biberli-kekikli zeytinyağına ekmek banacak kadar ince zevkli ve sade. Burnumu omzuna gömüp, kokusunu içime çektiğimde, beni saran kollarının huzur ve güveni hissettirdiği.
İçim kaynıyor benim, ruhumu dinginleştirecek bir adam arıyorum.

Herkese bir kulp takıyor değilim aslında, seçiciliğimin sebebi sevileceğime olan güvensizliğim.



"kokumdasın ki güç bela sürünüp bulduğum
elinde kaybolup uzandı(ğı)m ufuklara
hoş senin de bir varoluş sebebin var
yakından uzaktan alakam olsa mutluyum
bir gülümseten benim
bir daha, daha söyler misin
tek iyim sen kalmışsın aman ne mutluyum
burnum omzunda

uyandığım bu sabaha gözlerin bakmaz mı?
beklenen gün geldi, açtı laleler beyaz.
uzakları hayal eder, tuttuğu avucunda
söz durdu, artık ben ve sen ve uçsuz zamanım..."

22 Mayıs 2011 Pazar

....... için iftar vakti

Düşünüyorum da, dokunup geçtiğimiz insanların koca koca hayatları var ve ben o hayatların içinde en çok, büyük acıları olana değil, aşka değ(e)meden yaşayıp gidene üzülüyorum... İçinde edebiyat olsun olmasın...

*"Aşk ile edebiyat arasında kendince bir ilişki kurmuştu Hasan da, diğer bütün kahramanlar gibi. önce aşkını (büyük) göstermek için başvurmuştu edebiyata. Duygularını abartan birkaç şiir, sabahları derse girmeden önce Pervin'in eline tutuşturduğu özlem, pişmanlık, kızgınlık mektupları, ünlü edebiyatçıları aşkının sözcüsü yapan alıntılar... Sonunda da karşılıksız aşkından aarta kalanın süslü tasviri. Yazdığı her şeyi çok seviyordu, belki Pervin'den de çok. Aşk ile edebiyat arasında bir tercih yapmış ve kendisini seçmişti."

Bir de benim gibi aşka, edebiyata, kendisine bolca değmiş ve sessizlik dönemine geçmiş olanlar var. Heyecanı az, beklentisi çok arkadaşlıkla flört arası ilişkilerle yetinmek durumunda kalanlar.
Onların durumu daha da zor; ne zaman okunacağı belli olmayan iftarı beklemek gibi!

*Barış Bıçakçı
Herkes herkesle dostmuş gibi...
2009

6 Nisan 2011 Çarşamba

Son sözüm...

"Yaşlandık da ondan mı
Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa" demiş şair, mutsuzluklarımı dillendirdiğime göre hâlâ, yıllarım var daha...

Yazarların tavsiye ettiği kitapları okuyup, şarkıcıların tavsiye ettiği şarkıları dinliyorum.

Söz dinliyorum, söz okuyorum, söz veriyorum.
Sözüm var hâlâ...

10 Mart 2011 Perşembe

"hayat çok güzeldi, durduk yere üzüldüm"

(Kuşlar için ekmek ayırmalı, hava çok soğuk...)

"Nasılsın?" diye sorana "bu aralar mutsuzum" diyorum, hemen "niye?" diye soruyorlar. Oysa mutsuz insana çok soru sormamalı, şöyle bi' ağız yoklayıp kendi haline bırakmalı. Mutsuzluk içeriğinin hepsine bi' cevap geliyor çünkü ardından.

Şundan mutsuzum, böyle yapsaydın.
Bundan mutsusum, sen hiç böyle yapmazdın.
Ondan mutsuzum, ben demiştim sana.

Nasılsın sorusunu geçiştirmek gibi bir alışkanlığım olmamıştı hiç, artık var. Biraz yorgunum çünkü...

(Kuşlara ekmek bırakmalı oraya buraya, kar çok...)

Mutsuz olduğum zamanlar özlediğim zamanlar hep, bunu biliyorum, bunu öğrendim.

Çıplak ayak çimlere basıp, güneşe yüzümü dönüp, müziğe kendimi bıraktığım bi' günü özlüyorum bu aralar. Dönüp dönüp o gün geliyor aklıma. Neden özellikle o gün bilmiyorum. Gülüşünü gördüğüm çok gün oldu; ama gülüşü ormana yakışmıştı, o günü özlüyorum.


Yine de bahar denilince Kuğulu geliyor aklıma, aslında kış denilince de sonbahar denilince de...
Küçük bir dünyam var sanırım.
Hep aynı yerde dönüp duruyorum.

Kuş sesleriyle uyanmayı özledim.
(Hava çok soğuk, kuşlara ekmek bırakmalı kesin...)

Şefkati özledim, aradığım an bulduğum şefkati özledim, sevgiliden bulamayınca dostu arayıp hayatı katlanılır yapmayı özledim.

İçimde müzik çalardı eskiden, sesini kısamadığım o halleri özledim.

Ve bu aralar kendimi pek anlatamıyorum, anlatabildiğim sözcükleri özledim.

(durmadı kar, unutmayalım da kuşlara ekmek ayıralım...)

6 Ocak 2011 Perşembe

Wittgenstein'dan bana kalan...

Atomu parçalar gibi parçaladın cümlelerimi
Bölünmez değildi elbet
Ama n'oldu?
Yaradı mı işine yara almış sözcüklerim?

(5 Ocak 2010 - İnsan Hakları Kuramı dersinden)