17 Ağustos 2008 Pazar

Şefkat yağar gökten ve dağılır karanlık aniden...

Uykusuz gecelerden birinde daha, sadece yazasım geldi. Ne yazacağımı bile bilmeden klavyenin başına geçtiğime göre bir "kişisel not" özlemi içindeyim demek ki...
Umutsuzca direnirken gözlerim uykuya, hırkamın yüzümde bıraktığı izlere takılıyor parmaklarım. Nedense Edip Cansever şiirleri geliyor aklıma...Onun da olmuş ya hani, izleri yüzünden okunan yoklukları.
Belki izi kalan; ama acısı olmayan anılar peşindeyim. Kelimeler döktürsün içimden istiyorum yaşadıklarım, hüzünlü gülümsemeler yaratsın dudaklarımda.
Mümkünse sadece...
Özledim diye sızlasın da içim, uzaklık kilometrelerle sınırlı olsun...

Güneşe yakın vakitlerdeki konuşmalar geliyor gözlerimin önüne durup durup, sonra, bir bitirişin en doyumsuz anı olan sarılışlar... En özlenen anlarım oluyor bir anda. Neyin eksikse en önemli şey odur ya, ondan...
İçimdeki masumiyete tutunuyorum, kızgınlığı körüklemiyor, aksine bir kabullenişe bırakıyorum kendimi...
Gülünce gözlerim kısılmıyor benim, aynayla avunamıyorum.
Ne affediyorum, ne unutuyorum. En zor olanı yapıyorum ve vazgeçiyorum yaratılarımdan... Yırtıp atmak içimden gelmiyor, kırpma makinesinde kıyılışını izliyorum...

Yine de ne vazgeçilmez bir yaşantıdır, bir sarılışta kalmak ve dalmak uykuya...

Ve ne gariptir latince'de şefkat, beraber acı çekmek anlamına gelir... Arapça'da ise aynı kökten geldiği şafak ile ilişkisi açık değildir...

Hiç yorum yok: