17 Ocak 2009 Cumartesi

"artık özgürüm, öyle yalnızım ki..."

Günlerdir hiç sıkılmadan Cem Adrian dinliyorum; ama hakikaten dinliyorum.
Sanki telefonda bana önemli bir şey anlatıyormuş gibi Cem, kulaklarımı açıp dinliyorum. Ben, müzikle okurum, çalışırım, ıvır zıvır ne varsa müzik dinleyerek yaparım; ama bu adamı dinlerken dikkat kesiliyorum. İşi gücü bırakıyorum, mesela bunu yazıyorum ya şimdi, dura dura yazıyorum :) Müzik varken normal, Cem'in sesi duyulunca bırakarak :))

Acaba müziğinde böyle hipnotize eden bir şey mi var?

Ne yalan söyleyim, ilk albümünü dinlemiş, bir kenara koymuştum. Çok da alışık değildim, alışma havamda da değildim. Sonra "Aşk Bu Kenti Terketti" dedi, beni aldı götürdü...
Arada bir seçkiler albümü var, o da güzel; ama bu "Emir" nedir?

Biri beni Cem'in sevdiği gibi sevse keşke...
Bazı insanlara aşık olasınız gelir, onları sevmeyi durduramazsınız, doğanın bir kuralı gibidir, elinizde değildir. Benim de işte bazen sevilesim gelir; aşık olunasım.
İster burnu büyük olmak olsun, ister ukalalık, kendini bir halt sanmak falan. Benim böyle sevilesim var. Yani siz bir adamı bırakıp gidiyorsunuz, sebep ne olursa olsun, "gitme" demek var demek var. Adam öyle bir "kal" demiş ki, kalasınız geliyor. "Kalmaya değer" dedirtiyor.

Sevip de ifade edemeyen bir adamın sevgisi, teselli olabiliyor; ama tatmin etmiyor. Yazan erkek, ifade eden erkektir. Hep diyorum, yazan erkekleri seviyorum. "Duygu" dediğin duymaktan ibaret değil ki, duyurmak da var... Kökü, özü aynı belki; ama ek'i de önemli değil mi? Hayat ek'lenenlerden ibaret değil mi?

"çocuk...
sil yüzünden tüm yalanlarını bu şehrin.
topla kalbini cadde cadde, sokak sokak...
kazı ayak izlerini birer birer gri kaldırımlarından...
bakma yüzlerine hiç...
görme onları...
çocuk bu kez ağlama...
bu kez git.

gölgeni, ismini sil yavaş yavaş...
giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının...
kalbini, kendini sök yavaş yavaş...
giderken bu kentten sakın ağlama sus...

unut!
ne yaptı sana!
unut!
ne söyledi!
unut!
ne varsa vazgeçtiğin...

yüzünde korkularla...
içinde çığlıklarla...
kalbinde simsiyahlar…
nereye gidiyorsun?

hep bu şarkılarla...
kıymetsiz dualarla...
utanmaz bir yağmurla…
nereye gidiyorsun?

yolları, duvarları geç yavaş yavaş...
giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını...
ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş...
giderken, terk ederken savur yüzüne yalnızlığının...

ve unut ne yaptı sana!
unut neler anlattı!
unut ne varsa vazgeçtiğin!

yüzünde korkularla...
içinde çığlıklarla...
kalbinde simsiyahlar…
nereye gidiyorsun?

hep bu şarkılarla...
kıymetsiz dualarla...
utanmaz bir yağmurla…
nereye gidiyorsun?

yüzünde korkularla...
içinde çığlıklarla...
kalbinde simsiyahlar…
nereye gidiyorsun?

bu sahte baharlarla,
kıymetsiz dualarla...
utanmaz bir yağmurla…
yine mi gidiyorsun?

çocuk...
her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği...
ve her gözyaşının altında bir dua kimsenin duymadığı...
çevir gökyüzüne başını...
bakma arkana!
daha sert basa basa, daha güçlü!
anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla!
gitmek yenilmek değil kazanmak da!
gitmek gitmektir işte...
hepsi bu.
"

Böyle sevenler, bir de yazanlar silsilesindeki diğer bir değerli arkadaşımız da Emre Aydın'dır, ki o hal tavır olarak, "lütfen beni sevsin, izin versin ben de seveyim" grubundan...

Bu gruptaki erkek, öyle izin vermediği sevgilerden rahatsız olur, uzak durur, kızlar bu tavra "cool" diyor. Öyle "cool" havalara girenlerden bahsetmiyorum tabii, gerçekten "cool" olanlardan bahsediyorum. Bazı insanlarda "bana sordun mu beni severken" havası oluyor; asalet, zerafet artık adı neyse işte...

Sevmek kolay olan aslında, hele yukarıda bahsettiğim "sevmeyi durduramadığınız bir tip" varsa karşınızda, çoook kolay. Zaten bunlar dışında kimi seveceğimize de biz karar veriyoruz.

Ama işte sevilmek seçilemiyor. Kanmamak lazım o bilmem kaç adımda onu kendinize hasta edin tarzı kişisel gelişim tantanalarına... Ben işte seçiyorum; Cem Adrian sevsin beni, Emre Aydın sevsin, yazabilen erkeklerden dem vurmuşken Kürşat Başar da sevsin :)

Nereden nereye geldi konu...

Hiç yorum yok: