18 Ocak 2016 Pazartesi

Barış Bıçakçı'dan parçalı bulutlu anlatımla Rıfat.


"Çağımızın çıplak güneşi her şeyi yok etmişti, enginliği, bulutları ve kuşları... Maviyi bile yok etmişti, sonra da sırasıyla diğer renkleri, bazı sesleri, kelimeleri ve anlamları. İnsan bu yoklukta yeni bir şey söyleyemez, olsa olsa kendini tekrar ederdi."

Artık Seyrek Yağmur hakkında yazabilirim sanırım. Okudum, üzerine başka yazarların başka kitaplarını okudum, sonra Seyrek Yağmur üzerine yazılanların bazılarını okudum ve içimde her şey süzülünce kalan tortuya bakıp dedim ki ben ne hissediyorum?

İyi bir okuyucu olduğumu düşünüyorum; ama asla bir edebiyat otoritesi olduğumu iddia etmem, haddime değil. Etrafımız iki blog yazısı yazıp, çok takipçisi olunca kendini nimetten sananlar ile dolu. Bu nedenle yazdıklarım, "Barış Bıçakçı ne yazsa okurum" diyen sadık (ve az takipçili) bir okuyucunun tamamen taraflı hisleriyle dökülüyor söze.

Öncelikle kitabın kapağı.
Ne çok eleştirildi hakikaten.
Deniz Karagül, son zamanlarda İletişim Yayınları'nda çok gördüğümüz bir "illustrator" (karşılığı ne oluyor bunun, "resimleyici" mi?)
Kapakları genelde çok beğeniliyor, demek ki kişide ve yetenekte sorun yok.
Seyrek Yağmur'un kapağı ilk bakışta beğenilmeyebilir; ama kitabı okuyunca bence uymuş kapak.
Bazı kitapları kapakları için değil, yazarları için alıyorsunuz, isterse kapağı simsiyah olsun, alır okurum Barış Bıçakçı'yı.

Gelelim kitaba.
Mahir Ünsal Eriş'in dediği gibi deneysel bir şeyler mi peşindeydi, yoksa diğerlerinin dediği gibi "yeter, bunalttınız beni, alın size roman parçacıkları mı?" dedi bilmiyorum.
Bir kitabı okuyunca ezberden hatırlayanınız yoktur sanırım. Ben çoğunlukla kitabı unutur, hatırasını hatırlarım. "Okurken şöyle hissetmiştim", "bir adam vardı şöyle demişti, çok aydınlatıcıydı", "kadın şöyle baktığında çok ağlamıştım" falan gibi bahsederim kitaplardan. Ayrıntısıyla kitap hatırlamak için tekrar tekrar okumam lazım ve galiba (şiir kitapları dışında) bunu üniversiteden beri yapmadım. Vakit yok yani. Tekrar okuyacağıma, yeni bir kitap okumayı tercih ediyorum.

Demem o ki; BB, Rıfat'ı uzun uzun ve alışılageldik şekilde de anlatmış olsa da ben böyle hatırlayacaktım, parça parça.
Rıfat'a dair birçok ayrıntıyı verirken betimleme ile yormamış yine Barış Bıçakçı.
Sizi hiç yordu mu diğer kitaplarıyla? "Gece gece çekilmiyor", "sabah okunmuyor", "yolda ağır geliyor", "sahilde gitmiyor" dediniz mi hiç?
Ben demedim.
Bunda da demedim.
Yani bu parçalı bulutlu anlatım beni çok sarsmadı.

Hayal dünyasıyla gerçek dünyanın bu kadar iç içe geçmiş olmasına alışık değilim BB romanında; ama onu da Rıfat'ın aklının işleyişine çok uygun geldiği için hemen kabullendim.

Sanki Barış Bıçakçı gelmiş bize, koymuşuz iki çay; ama o biraz akşamdan kalma olduğu için her zamanki gibi konuşmuyor da biraz oyun oynuyor gibiydi benimle anlatırken.
Neden bahsettiğini anladım, Rıfat'ı dümdüz anlatsa bu kadar güzel oluşmazdı zihnimde hali tavrı.
"Abi bugün pek bi' değişiksin" derdim; "ama sohbet iyi geldi."
İşte kitapta da bunu dedim.

Zaten daha kitabın başında "İnsan bu yoklukta yeni bir şey söyleyemez, olsa olsa kendini tekrar ederdi." diyen insan kendisi, yeni olmayan bir şeyi yepyeni şekilde söyledi mi bize? Bence söyledi.
Eleştirim ancak özet geçtiği için olabilir; çünkü Rıfat böyle bir 100 sayfa daha anlatılabilirdi.
Bilmiyorum belki o zaman sıkıcılaşırdı, o yüzden anlatmadı.
Yani benim eleştirim bile yerinde olmayabilir şu an.

Kısaca, bu çabuk bitti, inşallah çok bekletmez bizi başka bir kitap için. İsterse bambaşka şekilde yine şaşırtabilir beni.
Sonuçta bir yazardan benim istediğim gibi olmasını hiç beklemedim, öyle olduğu gibi olduğu için okuyorum.

Ah bir de unutmadan, "Ölümsüzlük" bölümünde kontrbastan bahsederken aslında çellodan bahsediyor bence. Kontrbas ayakta ya da yüksek bir taburede oturarak çalınır, eni epey geniş, bir kadının onu bacaklarının arasına alıp çalması için basketbolcu falan olması lazım. Zaten çıplak çello çalan kadın figürü yaygın olan.
Canım Barış Bıçakçı sen bu ayrıntıyı nasıl atladın? :)

Bu arada kitapta atıfta bulunduğu kitaplar da şöyle (inşallah atlamamışımdır):

Flannary O'conner - İyi İnsan Bulmak Zor
J.M.Coetzee - Taşra Hayatından Manzaralar
Yannis Ritsos - Dikkatli Ariostos
Malcolm Lowry - Yanardağın Altında
Julio Cortazar - Lucas Diye Biri
Ray Bradbury - Fahrenheit 451


Hiç yorum yok: