28 Ocak 2016 Perşembe

"konu çözülmüştü" (28 Ocak 2016)


Yine biten bir kitabın ardından bir dosta veda eder gibiyim, gidişi kabullendim; ama hoşuma gitmiyor.
Sevmek zor şey.

Serhan Ergin'in "Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar"ını bitirdim, akıcı bir kitap, sevdim ben. Bir ara ilk kitabını da alayım.

Aşk güzel şey.



*Yekta Kopan

27 Ocak 2016 Çarşamba

"öyle şey olmuş falan denmez" (27 Ocak 2016)


Önce Bağdat Caddesinde 19 yaşında bir kadına tecavüz haberinin üzüntüsü, ardından ülkedeki birtakım gerizekalının "ne işi varmış o saatte orada" laflarına öfkelenme, bugün Diyarbakır'dan gelen şehit haberlerinin acısı.
Kağıt toplayıcılarına gelecek olan yasak falan derken kendime sordum, "hani haberleri takip etmeyip huzurlu yaşayacaktım?"
Sosyal medyaya bulaştıkça gündemden kaçmak mümkün değil ve maalesef gündem hiçbir zaman güzel değil.
İçim hınç doluyor, bir şey yapamadıkça geriliyorum.
Ne kötü bir gençlik zamanı ya!

Neyse ben yine kitaplarıma sığınayım.



* Yekta Kopan - Pençe: Papara ve Rakı

26 Ocak 2016 Salı

"ikimize de iyi gelmedi bu rüzgar" (26 Ocak 2016)


Bazı günler "iyi ki aşık falan değilim" diyorum. Fazla coşkulu ve fazla aşk merkezli oluyor hayatım aşıkken. Yeterince üzülemiyor, yeterince sevinemiyorum hiçbir şeye. Bu kötü bir şey mi bilmiyorum aslında.
Ama lanetler okuyup, öfkeden kudurduğum bu akşamda beni dizginleyen bir aşk hissi olsaydı kızardım kendime. Hem kızar, hem bir tarafımla aşkın coşkusuna kapılmayı engelleyemezdim. Çirkin bir çelişki olurdu.
İyi ki bu akşam aşık değilim.



*Akif Kurtuluş - Boşluğunda

25 Ocak 2016 Pazartesi

"herkes kendi hayallerinden sorumludur" (25 Ocak 2016)


İlk göz ağrım, kalbimde yeri ayrı olan yazar Alper Canıgüz.
Diğer Afili Filintaları hep onun sayesinde keşfettim, Emrah Serbes'in Behzat Ç.li romanını sırf Alper Canıgüz beğenmiş diye aldım hatta İmge Kitabevi'nden. O zaman hiçbiri popüler değildi. Dublörün Dilemması deyince boş boş bakardı insanlar. Murat Menteş kimdir falan ilgi çekmezdi.
Sonra olaylar gelişti.
Sevilen yazarlar olmalarını seviyorum; ama bir taraftan da biz bize oluşumuzu seviyordum.
Kafam çok karışık be hayat!




*Alper Canıgüz - Tatlı Rüyalar

24 Ocak 2016 Pazar

"ben gerçek hayatları yazmak istiyorum" (24 Ocak 2016)


İsmail Cem ve Ahmet Hamdi Tanpınar farklı yıllarda 24 Ocak'ta öldü.
Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan da farklı yıllarda 24 Ocak'ta öldürüldü.

Ben eskiden 24 Ocak doğumlu bir adamı severdim, içimde ona dair birçok his öldü, bir selam kaldı konuşmada.

Bu 24 Ocakların öldüren bir etkisi var yani.
Güzel şeylere bir kastı var öylesine bir günün.




*Duygu Asena

21 Ocak 2016 Perşembe

"kış gelmek üzere oysaki gönül / kışa girmeye hazır değil."


Sonunda kente kış geldi.
Gerçi -10ları gördük, Ankara ayazını gördük; ama kar yağmadığı, yağıp da tutmadığı sürece sanki gelmiyor kış dediğin.
Ben en çok gece ilk yağarkenki halini seviyorum, sessiz, Ankara şartlarına göre ılık ve temiz oluyor kent.

Ama işte kimsenin de ayağı üşümesin istiyor insan.



*Nazım Hikmet

20 Ocak 2016 Çarşamba

"gülsün diye bunları söyledim" (20 Ocak 2016)


Ben yine bir işe kalkıştım; ama hayırlısı bakalım. Yazarım sonra uzun uzun, şimdi çamaşır yıkayıp asmam, yarının öğle yemeğini hazırlamam, çantamı toparlamam falan lazım :)




Kemal Sefa Güntekin - Kadın Düşkünü

18 Ocak 2016 Pazartesi

Barış Bıçakçı'dan parçalı bulutlu anlatımla Rıfat.


"Çağımızın çıplak güneşi her şeyi yok etmişti, enginliği, bulutları ve kuşları... Maviyi bile yok etmişti, sonra da sırasıyla diğer renkleri, bazı sesleri, kelimeleri ve anlamları. İnsan bu yoklukta yeni bir şey söyleyemez, olsa olsa kendini tekrar ederdi."

Artık Seyrek Yağmur hakkında yazabilirim sanırım. Okudum, üzerine başka yazarların başka kitaplarını okudum, sonra Seyrek Yağmur üzerine yazılanların bazılarını okudum ve içimde her şey süzülünce kalan tortuya bakıp dedim ki ben ne hissediyorum?

İyi bir okuyucu olduğumu düşünüyorum; ama asla bir edebiyat otoritesi olduğumu iddia etmem, haddime değil. Etrafımız iki blog yazısı yazıp, çok takipçisi olunca kendini nimetten sananlar ile dolu. Bu nedenle yazdıklarım, "Barış Bıçakçı ne yazsa okurum" diyen sadık (ve az takipçili) bir okuyucunun tamamen taraflı hisleriyle dökülüyor söze.

Öncelikle kitabın kapağı.
Ne çok eleştirildi hakikaten.
Deniz Karagül, son zamanlarda İletişim Yayınları'nda çok gördüğümüz bir "illustrator" (karşılığı ne oluyor bunun, "resimleyici" mi?)
Kapakları genelde çok beğeniliyor, demek ki kişide ve yetenekte sorun yok.
Seyrek Yağmur'un kapağı ilk bakışta beğenilmeyebilir; ama kitabı okuyunca bence uymuş kapak.
Bazı kitapları kapakları için değil, yazarları için alıyorsunuz, isterse kapağı simsiyah olsun, alır okurum Barış Bıçakçı'yı.

Gelelim kitaba.
Mahir Ünsal Eriş'in dediği gibi deneysel bir şeyler mi peşindeydi, yoksa diğerlerinin dediği gibi "yeter, bunalttınız beni, alın size roman parçacıkları mı?" dedi bilmiyorum.
Bir kitabı okuyunca ezberden hatırlayanınız yoktur sanırım. Ben çoğunlukla kitabı unutur, hatırasını hatırlarım. "Okurken şöyle hissetmiştim", "bir adam vardı şöyle demişti, çok aydınlatıcıydı", "kadın şöyle baktığında çok ağlamıştım" falan gibi bahsederim kitaplardan. Ayrıntısıyla kitap hatırlamak için tekrar tekrar okumam lazım ve galiba (şiir kitapları dışında) bunu üniversiteden beri yapmadım. Vakit yok yani. Tekrar okuyacağıma, yeni bir kitap okumayı tercih ediyorum.

Demem o ki; BB, Rıfat'ı uzun uzun ve alışılageldik şekilde de anlatmış olsa da ben böyle hatırlayacaktım, parça parça.
Rıfat'a dair birçok ayrıntıyı verirken betimleme ile yormamış yine Barış Bıçakçı.
Sizi hiç yordu mu diğer kitaplarıyla? "Gece gece çekilmiyor", "sabah okunmuyor", "yolda ağır geliyor", "sahilde gitmiyor" dediniz mi hiç?
Ben demedim.
Bunda da demedim.
Yani bu parçalı bulutlu anlatım beni çok sarsmadı.

Hayal dünyasıyla gerçek dünyanın bu kadar iç içe geçmiş olmasına alışık değilim BB romanında; ama onu da Rıfat'ın aklının işleyişine çok uygun geldiği için hemen kabullendim.

Sanki Barış Bıçakçı gelmiş bize, koymuşuz iki çay; ama o biraz akşamdan kalma olduğu için her zamanki gibi konuşmuyor da biraz oyun oynuyor gibiydi benimle anlatırken.
Neden bahsettiğini anladım, Rıfat'ı dümdüz anlatsa bu kadar güzel oluşmazdı zihnimde hali tavrı.
"Abi bugün pek bi' değişiksin" derdim; "ama sohbet iyi geldi."
İşte kitapta da bunu dedim.

Zaten daha kitabın başında "İnsan bu yoklukta yeni bir şey söyleyemez, olsa olsa kendini tekrar ederdi." diyen insan kendisi, yeni olmayan bir şeyi yepyeni şekilde söyledi mi bize? Bence söyledi.
Eleştirim ancak özet geçtiği için olabilir; çünkü Rıfat böyle bir 100 sayfa daha anlatılabilirdi.
Bilmiyorum belki o zaman sıkıcılaşırdı, o yüzden anlatmadı.
Yani benim eleştirim bile yerinde olmayabilir şu an.

Kısaca, bu çabuk bitti, inşallah çok bekletmez bizi başka bir kitap için. İsterse bambaşka şekilde yine şaşırtabilir beni.
Sonuçta bir yazardan benim istediğim gibi olmasını hiç beklemedim, öyle olduğu gibi olduğu için okuyorum.

Ah bir de unutmadan, "Ölümsüzlük" bölümünde kontrbastan bahsederken aslında çellodan bahsediyor bence. Kontrbas ayakta ya da yüksek bir taburede oturarak çalınır, eni epey geniş, bir kadının onu bacaklarının arasına alıp çalması için basketbolcu falan olması lazım. Zaten çıplak çello çalan kadın figürü yaygın olan.
Canım Barış Bıçakçı sen bu ayrıntıyı nasıl atladın? :)

Bu arada kitapta atıfta bulunduğu kitaplar da şöyle (inşallah atlamamışımdır):

Flannary O'conner - İyi İnsan Bulmak Zor
J.M.Coetzee - Taşra Hayatından Manzaralar
Yannis Ritsos - Dikkatli Ariostos
Malcolm Lowry - Yanardağın Altında
Julio Cortazar - Lucas Diye Biri
Ray Bradbury - Fahrenheit 451


"bu tür şeylerin nedeni merak edilmezdi" (18 Ocak 2016)


Çok şey anlatasım var; ama ne anlatsam imalı bir "hayırdır?" geleceği ve benim bunu kaldıracak gücüm olmadığı ve muhatap olmak istemediğim için sustuğum bir dönemdeyim yine. Ben de bilmiyorum çünkü. Bilmek istemiyorum, üzerine kafa yormak, içimi didiklemek istemiyorum.
Sadece öyle.
O kadar.




14 Ocak 2016 Perşembe

13 Ocak 2016 Çarşamba

"savaşa dair tüm kıssalar aşktan söz eder hale geliyor örneğin" (13 Ocak 2016)


255 sayfalık kitabın ilk 25 sayfasını okuyup uyumuştum dün. Başı çok güzel başlıyor, mutlu uyudum bile denebilir. İyi ki orada bırakmışım :)
Sonra bugün hastanelerde sıra beklerken, dolmuşta falan hep "Kırlangıç Dönümü"nü okudum, bazı yerlerinde ağladım (hastanede ağlamak iyi olmuyor, hastan var başına bir şey geldi sanıyorlar), bazı yerlerinde güldüm.

"Aksın gitsin mi, Sinan Sülün mü okuyayım?" diye sorduğumda bu kadar akıp gideceğini düşünmemiştim, roman diye demiştim. Son 40 sayfayı bıraksam mı diyorum; ama bırakmaya da gönlüm razı değil. Bu gece hüzünle veda ederim kitaba.

Yeni dönem Türk Edebiyatının içinde olduğumuz için fark etmiyoruz; ama çok güzeller. Geriye dönüp bakınca fark edeceğiz.

Sinan Sülün romanı ile kalbimi çaldı, hafta sonu da öykülerini okuyup içimdeki sıralamada bir düzenleme yapacağım sanırım.



*Murat Gülsoy - Sayıların Gizli ve Güncel Anlamları

12 Ocak 2016 Salı

"ama çok kolay hayallerdi bunlar çok!" (12 Ocak 2016)


Artık kanıksadığımız bir şey oldu bugün; Sultanahmet Meydanı'na canlı bomba ile intihar saldırısı yapıldı.

Kentin en turistik, merkezi yerlerinden biri olmasını geçiyorum, nasıl böyle bir istihbarat zafiyeti içerisine düşüyoruz onu düşünüyorum.
Allah hepimize sabır versin, gerçi sabrımız tükense de yapacak bir şeyimiz yok, öyle seyredip çaresizliğimize utanıyoruz, hepsi bu.

#sultanahmet




Şükran Yiğit - Çatıkatı Aşıkları

11 Ocak 2016 Pazartesi

" çok fena keder kokardı" (11 Ocak 2016)


Şu resimdeki "ileri sürdü" lafına istinaden iki satır yazmak şart. İçişleri Bakanlığı ileri sürdü; ama aslı astarı yok anlamı çıkmasın. Ha kast edilen "ileri sürdü", "o gün açıkladı" anlamında ise diyecek bir şey yok; ama "onlar ileri sürdü, hiç alakası yok" anlamındaysa adamın açık açık söylediği şeyi "yapmaz benim yavrum, yapmaz kınalı kuzum" modunda inkar etmek saçmalık olur.


Deniz Gezmiş savunmasında; "Biz Türkiye İş Bankası Emek Şubesindeki 124 bin liraya el koyduk, bu doğrudur. Yalnızca 124 bin liraya el koyduk ve bunu kendimiz için almadık, fakat kendi şahsı ve kardeşleri için 30 milyon lira çalanlar hâlâ ellerini kollarını sallayarak ortada dolaşmaktadır." diyor. ( Hüseyin Turhan - Unutmak İhanettir Deniz Gezmiş. Güz Yayınları, 2012, sayfa 165)

Sanırım Erdal Öz de kitabından bundan bahsediyor.

O değil de o zaman da birileri devleti soyunca kimsenin sesi çıkmamış, üstelik 30 milyon olması manidar...




Kemal Varol - Haw

"bana deli gözüyle bakanların gözleri biraz daha büyüdü sadece" (10 Ocak 2016)


Bugün yine fuara gittik. Açılış gününe oranla epey kalabalıktı. Gezmediğim bütün stantları gezdim ve bol bol kitap aldım. Sahaflar kısmı biraz kısa sürdü; çünkü yaklaşık 3 saat fuarın kalabalığında yorulmuştuk zaten.



Okumadığım 856 bin kitap yokmuş gibi yine aldım da aldım. Ancak bir sıralaması var.
Öncelikle bitirmeye kıyamadığım Seyrek Yağmur bitecek. (Barış Bıçakçı sen inanılmaz bir adamsın [buraya bin tane kalp gelecek] )

Sonra haftaya fuara gelmeden önce Ali Lidar'ın kitapları bitecek (ki imza alırken okumuş olayım)
Sonra da Sinan Sülün'ün önce romanı (Kırlangıç Dönümü), sonra öyküleri (Karahindiba) bitecek. Romana imzayı aldım; ama daha okumuş değilim. Gerçi ben bilsem o böyle tatlı bir adam, tatlılık kontenjanından kitabı çıktığı gün alır okurdum. Yazarları huysuz, depresif, biraz asabi bilirdik biz. Bu yeni nesil naif, kibar, güler yüzlü ve çok içten.

Tamam belki Sait Faiklerin, Orhan Velilerin beraber rakı içtiği zamanı kaçırdık; ama yine de güzel döneme denk geldik ya [buraya da yüz tane kalp gelecek]



*Hasan Ali Toptaş

9 Ocak 2016 Cumartesi

"sonra zihnini dondurur" ( 9 Ocak 2016)


Bazen üzerimdeki sorumlulukların ve kendime çıkardığım işlerin yoğunluğundan yoruluyorum. O zaman kimseyle ilgilenesim olmuyor. Sadece köşeme çekilip istediğim şeylerle uğraşmak istiyorum.
Ne yazık ki vakit hiçbir şeye yetmiyor.
Ayrıca her yer fazla kalabalık.
Bir süreliğine şehri boşaltabilir miyiz acaba?



*Alper Atalan - Çok Kısa Bişi Anlatıcam

"soğukta üşünür mü?" (8 Ocak 2016)


Ankara Kitap Fuarı'nın açılış günüydü. İletişim Yayınları stant açtığı ve Barış Bıçakçı'nın yeni kitabı "Seyrek Yağmur" ilk kez burada satışa çıkacağı için heyecanla gittim tabii. İlk o stanta gittim ve kitabı aldım. Sonra gezelim dedik; ama tabii İletişim, Metis ve Sel çok vakit aldı, onun dışında birkaç stant daha gezip, 2,5 saat sonra falan çıktık. 9 kitap almışım. İndirimlerden pek memnun kalmadım; Metis ve İletişim'de, internet indirimleri daha fazla çünkü. Sel iyiydi ama bak.



Şimdilik gözüme çarpan Doğan, Everest, Yitikülke, Ayrıntı, April, Kabalcı ve Can Yayınlarının eksikliği.

Pazar günü Sinan Sülün ve Giray Kemer'in imzalarını almak ve muhabbetlerini tatmak için yeniden gideceğim, tespite o zaman devam ederim.



*Orhan Kemal - Cemile

6 Ocak 2016 Çarşamba

"onu görünce içim yanmış da bir bardak soğuk su içmişim gibi oldum" (6 Ocak 2016)





* Emrah Serbes - Deliduman

"hızla büyüyordum çünkü" (5 Ocak 2016)


Söyleşide katılmadığım yerler de var; ama hoca özellikle şu konuda çok haklı:

"Öğrencilerin çoğu bağlantılı düşünmeye alışmış değil, mevcut bağlantıları göremiyorlar. Bir söylenenden zorunlu olarak çıkan sonuçları da göremiyorlar. Bir eksiklik de değerlendirme ve değer konularıyla ilgili. İnsanların ezbere, yani kültürel değer yargılarıyla değerlendirmelerde bulunduklarının farkına varmalarına yardımcı olmuyor eğitim. Eğitimimizdeki ezbercilikten de ezbere şikâyet ediliyor."

Tamamı için:

http://www.hurriyet.com.tr/ioanna-kucuradi-dunyamizi-insanoglu-insanlar-ayakta-tutuyor-27885340




* Akif Kurtuluş - Ukde