31 Mart 2015 Salı

"pasif direnmeye karar verdim"

Sabah tüm ülkede elektrik kesildi, hatta sonra su. Ne nedeni ne kimin yaptığı açıklandı. Terör saldırısı bile olabilir dediler.
Kimse istifa etmedi.
Enerji Bakanı gezideymiş, ülkeye bile dönmedi.

Öğlen üç DHKP/C'li "Berkin Elvan Davası Savcısı"nı rehin aldı, amaçlarının katillerin açığa çıkarılması olduğunu söylediler, 3 saat verdiler ve görüşmek istedikleri insanları açıkladılar. Olaylar olaylar oldu, gece nasıl olduysa hem 3'ünün hem de savcının öldüğü haberi geldi. Kafamızda sorular yok değil tabii; zaten öldürecek olsalar 3 saatin sonunda öldürmezler miydi, akşama kadar beklerler miydi ya da baktılar operasyon yapılıyor işleri bitik, giderken yalnız gitmeyelim dediler. Teröristlerin ayrı, katilleri koruyanların ayrı Allah belasını versin!

En son bir saat falan önce "Selimiye Kışlası yanıyor" haberi geldi. Hepimiz korktuk tabii. Tünel yanıyor falan dediler sonra. Şimdi bir sorun yokmuş herhalde.
Malum yeri çok iyi, manzarası, arazisi, çok katlı her şey yapmaya müsait. Gözleri olduğuna eminim.

Ülkece sürekli diken üzerindeyiz.
Bilmemiz gerekmeyen şeyleri mecburen öğreniyor, duyarlılık geliştiriyoruz. Üzülmek bitmiyor ülkede.
Bir de üzerine aptal saptal her şeye bok atan "ne halt ettiğini bilmeyen muhalif" kitle ve sanki anasına bacısına laf etmişsin gibi devlete dair her şeyi savunan troller ile uğraşıyoruz.
Ünlü yalaka tayfayı saymıyorum bile.

Ülkeyi kurtarabilir miyiz hiç bilmiyorum, bari kendimizi kurtarsak, ileride lazım oluruz.




"işte kalemleriniz, işte silgileriniz"

bazen herkes çok gerizekalı gelmiyor mu size de!

29 Mart 2015 Pazar

"aşağıdan mı?"

Hiçbir siyasi partinin bağlısı, gönüllüsü, taraftarı olmamak iyi. Tabii ki partilerin içinde sevdiğim insanlar oluyor, bazen "şusu olmasa iyi aslında" dediklerim, bazen de insanlığını sevip siyasetçiliğini beğenmediklerim; ama partizan olmamak rahatça eleştirmeyi, eleştirince saldırılmayı engelliyor. (Gerçi saldıran yine saldırıyor ama) Bir de yanlış bir şey yapınca "yaaa o şunu düşündü aslındaaaa" diye savunmak durumunda kalmıyorsun. (örnek: Selo'nun Tayyip'i alkışlaması suvunucuları)

Mesela bağıran siyasetçi sevmiyorum, bağırmak zorunda kalmalarına üzülüyorum bazılarının; çünkü meclisimiz meclis değil. Aman zaten ülke de ülke değil. Seçmende hafıza desen hafıza değil.
Şavak Pavey konuşması dinginliği diye bir şey var oysa.

Bugün lafı uzatmamak için "hacı seninkiler Efkan Ala'nın gensoru görüşmelerinde neredeydi, neden çekimser kaldı?" ya da "aklamaya alet olmayız diye yolsuzluk komisyonundan çekilmek neden, seçilmeyeceğini bile bile cumhurbaşkanlığına aday olmaktan farklı mı? Varlık göstermek önemliydi hani?" demek istedim. Sonra "bana ne ya!" dedim. Bunları desem daha çok "siz mansur yavaşçılar" diyecek, kime oy verecekse versin (zaten ben karışmadım), sonra dertlenirse de dertlensin.
Önemli olan kitap yazsın okuyalım, benim için işlevi o nasıl olsa :)
Sonra "ben demiştim" demek de keyifli oluyor hem :D


28 Mart 2015 Cumartesi

"hep o siyah gözleri ve o ılık Cumartesi'yi anımsarım"

Arada bir geliyor özlem duygusu, hiç bastırmıyorum, güzelce bir özlüyorum, fotoğraflara bakıp dertleniyorum. Sonra bizi bitmeye götüren tüm olayları, içime attığım çentikleri, ağladığım sabahları, ağladığım gündüzleri, ağladığım akşamları, ağladığım geceleri düşünüyorum.
"Bu nasıl sevgi be ağlaya ağlaya, acıta acıta" diyor ve konuyu kapatıyorum.
Gülüşüme vurulan birinin, bunca ağlatması düpedüz bencillik sonuçta.

Geçiyor yani.
Yaşamanın bir zararı yok.


26 Mart 2015 Perşembe

"ölmeme günü"

Siz siz olun duyguları boktan tavırlarınıza, akılsızlığınıza ve hatta vicdansızlığınıza alet etmeyin.
Yemiyoruz çünkü.

Bu arada aşağıdaki gibi çok güzel bazı şeyler okumak için bi' bakıverin:

http://buyukkeyif.com/



Başını Turgut Uyar ile Edip Cansever’in çektiği bir grup şair, bir gün “sevgilileri” ile birlikte Rumeli Hisarı’ndaki bir meyhanede oturmaktadırlar. Her şey yolunda. Rakı güzel. Muhabbet güzel. Dünya güzel.

Derken, masadaki hanımlardan biri hastalığından, vücudundaki bir iğneden bahseder; vücudunda dolaşan iğnenin kalbine saplanması korkusuyla yaşadığı endişeyi anlatır. “Ölüm” korkusuyla…

Bir şişe rakı ister Turgut Uyar masaya, tüm şairlerin imzalaması için şişeyi, ardından bir geleneği başlatan o cümle gelir: “Bu şişeyi al; gelecek sene bugüne kadar sakla, 26 Mart’ta burada yine buluşup birlikte içeceğiz bu rakıyı.”

Buluşurlar da. Rakı güzel. Muhabbet güzel. Dünya güzel… Bu şekilde gelenekselleşen, tesadüf eseri baharın da en güzel günlerine gelen “Ölmeme Günü”, yetmişlerin sonunda başlayıp 1985′e kadar her yıl yaşatılır.

Ta ki Turgut Uyar 22 Ağustos 1985′te “ölüp”, 26 Mart 1986 “Ölmeme Günü” şişesinin boynunu bükük bırakana kadar… Rakı güzel. Muhabbet güzel. Mümkün değil. –Ferhan Şensoy’un dediği gibi:

“Ağustos yirmi iki, dediler ‘Ustan ölmüş’,
Çok komiksin Azrail, Turgut Uyar ölür mü?”

Dostlarınızla geçireceğiniz, keyifli bir “Ölmeme Günü”… Kutlamadan.

Cemal Süreya’nın “Ertesi gün için bir şey diyemem ama rakı içtiğin gün ölmezsin” sözünü bugün tekrar düşünmenin keyfi ayrı sadece.

“Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda”sını Edip Cansever’in…

“Öldüğü gün
hepimizi işten attılar”,
demişti yine Cemal Süreya Turgut Uyar’ın ardından, şüphesiz “Ölmeme Günü” masasından da.

25 Mart 2015 Çarşamba

"Ankara sırıtıyordu"

"Sen kendini ne zannediyorsun?" diye ağzına iki tane çakmak istediğim insanlar var; ancak şiddete meyletmemek için özel çaba harcıyorum. Bu kadar emeğime kıyamam. Bir şey de yazmayım şimdi, boşu boşuna sinirleniyorum yazdıkça.


23 Mart 2015 Pazartesi

"her şeyi unutmuş gibiydim"

Şu şurada bir yerde dursun bence.

https://www.youtube.com/watch?v=5BVw5XQwXVk

Değişik itiraflar oldu, koskoca başbakan yardımcısı "şuna da göz yumduk, buna da, dahası da var" diye anlattı.
Ama İ.Melih'in sessizliği o kadar eğlenceli ki bu gece hepimiz ona odaklıyız :)

22 Mart 2015 Pazar

"sabırla yürüyordu"

Sonra dedim ki, "taş yerinde ağır, herkes yerinde güzel"
Kimseyi olduğu yerden başka yere taşımaya çalışmanın anlamı yok.


21 Mart 2015 Cumartesi

"günler hızla eskiyor"

Nevruzu Türkler bayram ilan etmiş kutlamış, Kürtler bayram ilan etmiş kutlamış çok önemsemiyorum. Sonuçta bahar bayramı. Kötü bir gün değil. Neden beraber kutlamadığımız ise tarihsel bir sorun. İşin o kısmı da çok sıkıcı.

Tek takıldığım Türklerin bayramı Kürtçe kutlaması. Kürtler de Türkçe kutlarsa anlamlı olacak bu eylem tek taraflı yapılınca biraz özenti, biraz iğreti duruyor. He derseniz ki "onların bayramı, bizim değil" (saçma ama) o zaman da herkesin bayramını onların dilinde kutluyor olmanız gerekir, ki ben galiba bunu da saçma buluyorum. Her halükarda barışçıl tepkileriniz/eylemleriniz biraz sakil duruyor canlarım.

Bir de güzelim baharda lastik yakıp havayı kirletmek, etrafı bok gibi kokutmak ne kadar anlamsız, ne kadar saçma bir anlayıştır allasen ya!

Zaten baharın gelmesi gereken günde hava buz gibi ve hatta biraz kar bile yağdı. Hayat bazen çok saçma.


19 Mart 2015 Perşembe

"günlerini getir!"


Bazılarına kızıyorum. Birebir duygularımı ifade etmem mümkün olmadığında hakaret ediyorum arkadan, sosyal medyadan falan.
Küfür edesim geliyor; ama küfürler cinsiyetçi.
"piç" desem, olmaz, "it" desem sevdiğim hayvan, "yavşak" desem minicik şey, ne suçu var.
Ellerim hep boş mecburen.
Sakinleştiriyorum ben de kendimi, madem dışarı çıkamıyor, içimde de durmasın, yok olsun.


18 Mart 2015 Çarşamba

17 Mart 2015 Salı

"kaçabileceğini umut ediyordu"

Bana kalsa ayda bir Çanakkale'ye giderim zaten, o kadar güzel şehir. Ama Mart ayı ayrı bir önemli tabii. Tarihi nutuklar atıp boş konuşmanın anlamı yok, Çanakkale Zaferi bir kahramanlık hikayesidir. Neresinden tutsan gurur ve gözyaşı vardır.

O toprakları gezip görüp hayran olmamak mümkün değil.
Ah bir de iyi ki koruma alanı orası, yoksa oralara bina dikmek, otel yapmak için yarışırlardı şimdi.
Öyle güzel topraklar.
Hayatımda ilk kez orada "kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda" sözü bu kadar anlamlı gelmişti.


16 Mart 2015 Pazartesi

"kahrolsun bağzı adamlar"


Bugünün hüznü: Hugh Jackman gösteri için Türkiye'ye geldi, İstanbul'da Zorlu Center'da, Cumartesiye kadar. En ucuz yer 200 küsür liradan satıldı. İstanbul'a gidiş ve harcanacak para ve onun için izin almayı da hesaba katınca epey masraflı oluyordu, gidemedim.
Dünya gözüyle Hugh Jackman görmek kısmet olmadı.
Sonra diyorlar ki parayla saadet olmaz. Bak bal gibi oluyor bazısı için.

Günün hevesi ise Mahir Ünsal Eriş'in "Dünya Bu Kadar"ın raflarda yer bulmasına az kaldığı haberini vermesi.
Bekliyoruz tabii.

Tuna Kiremitçi'nin kitabını bir günde okudum bu arada, o kadar eğlenceli kitaptı. Tuna Kiremitçi'nin eğlenceli kitaplar yazması iyi oldu, çok başarılı bu konuda bence :)

Bu ara aptal YDS çalışmak zorunda olduğum için kitap okumaya ara verdim, en fazla 50 sayfa okurum dedim.
Keyfi daha az sorumluluğu daha yüksek bir dönemdeyim yani.
Sonumuz hayrola.

"korkmak yersiz"

Bugünkü konumuz, bazı insanların hayatımızda olmasının ne kadar da güzel olduğu.

Sevgi dolu bir aileye konuk oldum bugün. Gülmeli, eğlenmeli, sımsıcak bir akşamdı. Fenerbahçe yenildi; ama "en azından Gençler yendi" dedim. Hatta "Fenerbahçe olmasa bugün bir arada olamazdık" dedik.
Üniversite yıllarına, tanışmamıza, Hacettepeli Fenerbahçelilere, kurduğumuz sağlam arkadaşlığa döndük ve güldük yine.

Eve dönünce posta kutumda taaa Edinburgh'tan gelen bir kart buldum. Birlikte göğe bakması güzel insanlar olduğu için güzel hayat belki de.

Sonra tarihe baktım, biraz gecikmeli yazdım; ama 15 Mart sevdiğim bir gün.
Şimdi dost diye tuttuğum bir eli ilk kez tutup tokalaştığım, ilk kez güldüğüm, ilk kez fikir alış-verişi yaptığım gün. İkimiz için de zor bir döneme denk gelen, güzel bir tesadüf.
Büyük konuşmuş olmayım tabii; ama bir ömür "iyi ki tanıdım" diyeceğim insanlar var hayatımda. Her biri için ayrı ayrı şükrediyorum ben.
Birinin bugün yıldönümü işte.
Doğum gününe gerek yok illa ki.

Çok şükür, çok.

14 Mart 2015 Cumartesi

"billur tasta bal şerbeti gibi insandır."

1 ay önce başladığım "biraz (hafif) kitap(lar) okuyayım da kafamı azıcık dağıtayım" sürecini 12 kitapla tamamladım. Uzun zamandır bu kadar geceli-gündüzlü kitap okumuyordum. Tabii ağır Alman edebiyatına girmediğim için ("O Geri Döndü" sayılmaz) bu rakama ulaşmak kolay oldu. Aşklı, entrikalı, bol olaylı; ama inanılmaz kafa dağıtan bir süreçti. Hatta uzun zamandır hissetmediğim kadar iyi hissettim kendimi.
Tabii bu arada spor falan hak getire.
Okurken içtiklerim ve yediklerim de cabası.

Şimdi bu güzel molayı bırakma vakti. Aptal YDS sınavına 20 gün kala aklımın başıma gelmesi de ayrı bir derbederlik; ama olan oldu.
Zihnimi toparladım, şimdi sıra geleceğimi ve bedenimi toparlamakta.
Şunların hepsini bir arada yapmayı bir türlü öğrenemedim.



12 Mart 2015 Perşembe

"perşembe tez gelir"


Enerjimin yüksek olduğu çok az zaman var. Bu ara yüksek. Kimsenin düşürmemesi için yoğun çaba harcıyorum.
Yorulmama az kaldı demek ki; ama bu hafta benim haftam, az beklesin bu yorulmaklar falan.

11 Mart 2015 Çarşamba

"ar değiliz, mal değiliz, zar değiliz"

Kendini yeterince ifade edememek birçok sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Yetersizlik, çaresizlik, içinde bir boşluk, hiçbir yere sığamamak hisleri birbirleriyle yarış edercesine zihni bir o yana bir bu yana savuruyor. Herkesin kendince yöntemleri vardır elbette kurtulmak için.
Benim işim kelimelerle.
Okurum, yazarım, konuşurum, eğer yerindeyse ve gerekliyse sarılırım.

Hiçbirinin yetmediği bazı zamanlar var.
Sarılınca geçmemesi mümkün mü? Geçmiyor işte.

10 Mart 2015 Salı

"işte o zaman herkesin hoşuna gitti."

insanların çoğunun sıkılacağımı düşündüğü şeylerden sıkılmıyorum ben.
Miskin bir yanım var, sıkılmaya bile üşeniyorum bazen.



9 Mart 2015 Pazartesi

"önce gizli gizli, sonra açıktan"

Yarın Tuna Kiremitçi'nin yeni kitabı çıkıyor, çok heyecanlı.
Üstelik bugün Teoman'ın yeni şarkısını dinledim. Neden bu kadar bağlandım bilmiyorum; ama tekrar tekrar dinlemekten kendimi alamıyorum.

Ve evet bir sürü aptal dert var başım(ız)da; ama şu an tek dert ettiğim Oğuzhan Uğur'un "şubatta geliyor" dediği albümün çıkmaması, konsere gelmemesi. Bir de Mahir Ünsal Eriş'in şubatta çıkması gereken kitabının çıkmamış olmaması.

Sadece bunları dert etmek istiyorum, evet.

8 Mart 2015 Pazar

"bana bir şey sormadı"

Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Fenerbahçe - Galatasaray maçı derken (Kuyt attı, 1-0 aldık) yine gündemin içine düştüğümü fark etmemişim. Kafalar aynı, kadın/erkek herkes cinsiyetçi cümlelerle ataerkil sistemin diliyle konuşuyor, spor ülkemizde güzellik dışında her şey, insanlar birbirine nefret saçmakta bir dakika bile gecikmiyor.

Aslında biz bugün güneşli ve sakin bir pazar gününü değerlendirelim dedik ablamla ve Forever'ın (http://www.imdb.com/title/tt3487382/) son bölümünden sonra Walk of Shame (http://www.imdb.com/title/tt2463288/)'i izledik.
IMDB puanı düşük; ama bu gülmemize engel değil, eğlenceliydi :)

Annemin börekleri ve aşuresini yiyerek keyif yaptık. Hatta ben maç seyrederken (#atacast sağ olsun), epeydir ertelediğim ütüyü bile yaptım.
Ama gece olunca "YDS için İngilizce çalışmam lazımdı, spor da yapmadım" diye vicdan azabı çöktü yine içime.
Gün yetmiyor, 'hafta sonu keyfi' yaparsan çalışmaya, çalışırsan dinlenmeye yetmiyor.
Hepsi birden olmuyor işte.

7 Mart 2015 Cumartesi