22 Mayıs 2013 Çarşamba

işte bunlar hep mektup


En son ne zaman yazdığıma bakmadım bile; ama o kadar çok kelime birikti ki içimde, çok uzun zaman olduğuna eminim.
Neresinden tutsam elimde kalan hayatımın hangi çalkantısı kelimelerle hissedilebilir olur bilmiyorum. Eskisi gibi yazamadığımı biliyorum. Yeni doğmuş tay gibi titriyor cümleler yazdıkça. Hep bi acemilik, hep bi kelime sonrasının tereddüt yüklü hali. Okunsa dert, okunmasa dert dertler...
Biliyorum. Günlüklerimi ihmal ettiğim için oldu her şey. Şiiri ihmal ettim. Kalemi ihmal ettim.
Gönderemediğim mektupları kağıtlara değil, aklıma yazdım durdum.

En çok mektuplarımı ihmal ettim.

Kalemi kağıdı hazırlayıp yazamadığım sarı-lacivert mektupla başladı her şey. Yeni sözlerin hepsi tükenmişti. Eski sözler can yakmaktan öteye gitmiyordu, sevgi her zamanki gibi hiçbir şeye yetmiyordu.
Sevdiğim renklerin buluşturup mihmandarlık yaptığı koca bir cümle tomarını böyle kaldırıp koydum köşeye.
İçime içime sustum.
İçime içime üzüldüm.

Sonra akıbetini merak ettiğim mor mektupla devam ettik. Yazarken '1' dediğim, '2'nin olup olmayacağından hiç emin olamadığım o mor mektup. Bir resmin köşesine sıkıştırılmış, kimbilir hangi gün "o" sebeple yeniden okunmadan çöpe atılmış o mektup.
Okuyacak insanlara mektup yazmak lazım. Mektubun değerini bilen insanlara.
Okuyan "eh yine ne yazmış" diye alıyorsa mektubu eline, yazılan o duygular, o düşünceler baştan kaybediyor zaten.
Arada yanlış yapıyorum. Nadiren yapıyorum; ama yapıyorum. Bazen kalabalıkta çarpıp geçmem gereken insanlara durup yol veriyorum, "siz buyurun lütfen" diye gülümsüyorum. Sonra laf lafı açıyor, zaman kaybediyorum. Acıdığımla kalıyorum.
İçime içime susuyorum.
İçime içime üzülüyorum.

Yine de en çok yazıp göndermediğim mektuplar yakıyor canımı.
Tahmin ediyorum; o da bekliyor, o da okumak istiyor, o da merak ediyor.
Ama yazamıyorum.
Hep mavilerle, yeşillerle, sarılarla süslediğim o renkli zarfların hiçbirini gönderemiyorum.
"Kırmızı fazla dikkat çeker, siyah yanlış anlaşılır, pembe çok çocuksu kalır, mor çok karakteristik" diye diye doğanın renkleriyle süslediğim mavili yeşilli mektuplar.
O ne kadar uzaksa hücresinde renkten, ben o kadar uzak kalıyorum renkli cümlelerden.
Yeni bir kitap hakkında yorumlarını bekleyemiyorum.
Hayran hayran dinleyemiyorum anlattıklarını.
Mesela şiir yazdığını söylemişti gençken. O zaman hastanedeydi, şiirden biraz bahsetmişti, sonra devam etmemişti. O şiiri tamamlayacak vaktimiz olacak mı hiç bilmiyorum.
Müebbete mahkum bir bekleyişin sonunu göremiyorum.

Sonra kızıyorum kendime işte.
Nasıl izin verdim beni böyle incitmelerine, böyle üzmelerine.
Gönderemediğim mektuplar yazarken, nasıl izin verdim sevgi sözcüklerimin bu denli değersizleştirilmesine?

Babanın şefkati hiç olmadı, zaten uzakta.
Bazı babaların şefkati demir parmaklık ardında.
Geri kalan şefkatler hep uydurma.

Yine kaldım dostlarıma
Yine kaldım dostlarıma.