28 Kasım 2008 Cuma

"hadi sıkıysa gel de sakin ol, hani nerde?"

Acayip hastaydım bugün, yataktan kalkacak halim yoktu, sağ olsun müdürüm de izin verdi, geç gittim işe. Biraz toparladım tabii, akşam da sevdiklerimi göreceğim diye keyif var içimde; ama yine de böyle bir halsiz, bir bitkin, iğrenç bir şeydim işte...

Sonra ne oldu?

Sinirlerimi hoplattılar yine! Ne çabuk bozuluyor asabım benim, yıprandım mı ne? Hayır o kadar da organik-kimyasal destek alıyorum kardeşim, "bissürüüü" masraf sonuçta...

Yine de adrenalinden midir nedir, düzeldim gibi.
Belki de dinlenme etkisini o esnada gösterdi bilemiyorum. Bu dalgalı ruh halimin gün içine yayılması hiç hoş olmadı, eskiden gece olunca hüzünlenir, gündüz keyiflenirdim. Yani kendi içimde bir dengem vardı. Sonra bu tersine döndü.
Şimdi ise saçma salak bir hal aldı, ben bile anlam veremiyorum. Sürekli bir kendimi, -ruh halimi- kontrol etme çabasındayım. Eee o da daha çok yoruyor tabii...
Ama boşa çabalıyorum biliyorum; yarın da sinirimi bozacaklar benim. Sonra yine düzelteceğim, sonra yine bozacaklar...
İyice "yengeç"e çevirdiler beni.
[Yengeç demişken, canım hocam benim, nasıl iyi geldi iki satır cevabı :)]

Ve bu gece şarkımız Hande Yener'den geliyor;

"yetemeyen yaşımın üstüne yaş koyup
eğemediğim başıma göre bir taş bulup
neye yarar diye bir çıkarcı öfke
bağlasam gönlüme

sakin olmalıyım
sakin olmalıyım
sanki olmalıyım
yoksa geciktim mi ne?"

26 Kasım 2008 Çarşamba

...87...

Hiç tanımadığın, hatta yolda görsen tanıyamayacağın bir adam; boynun bükük, hayallerin bitikken, hayatına aniden umut olabiliyor...
Bir an...
Sonra adam yine unutuluyor ve umut kalıyor...

Teşekkürler Bendtner!

24 Kasım 2008 Pazartesi

Futbol hayattır ve Fenerbahçe aşktır!

Futbola fazlaca sarmanın aşağılandığı ortamlarım var benim. Alıştım onlara da sanırım...
Yine de öyle çok yazamıyorum, dillendiremiyorum...
O "entel" ortamlarda "aaa, yapma be"yim, hayal kırıklığıyım.
Hayır, işin kötüsü, bir kısım futbolseverler arasında da "karı kısmı"yım. "Ofsayt ne bilir misin?" sorusunun muhatabıyım.
"Hiç unutmam yıl 1994, Baggio (Roberto olan) saha kenarına gelir, yerini genç Del Piero'ya bırakır, dakika 78" örneğini verdiğim zaman "haaa tabii canım İtalyan futbolcular hoş tabii"yim (canım onlar hakikaten hoş, o ayrı :p ), imaların hedefiyim...
Oysa futbol hayattır...

Günümüz dünyasında reklam ve kapitalist düzen aracı olmuşsa da, buna indirgenemez; futbol keyiftir...

"Entel" ve yabancı ortamlardan kaçınca, Fenerbahçe aşkıyla bir araya geldiğim insanlar da var...
Onlar bilir beni, öyle sevgilisine hoş görünmek için fönünü çektirip maç seyretmeye giden hatunlardan olmadığımı...

Şimdi düşünüyorum da, Hacettepeli Fenerbahçeliler hayatımı değiştirdi benim. "İyi ki de gelmişiz bir araya" dedirtti.
Ne güzel insanlar kattım hayatıma, sonra katlandı katlandı sayımız. Önce Fenerbahçe, sonra içimizdeki futbol sevgisi tuttu bizi bir arada, sonra da birbirimizi sevdik.
Takım gözetmedik...
Hatta bir Beşiktaşlı ve bir Galatasaraylı arasında oturmuş maç izlerken kaybettik biz şampiyonluğu Denizli'de. Gülmediler ikisi de, haklı buldular tepkimizi...(Canlarım benim...)

Futbol bahane dedik bazen, şakalaştık, kızdırdık birbirimizi...
Ama kırmadık!

O yüzden herkese anlatamıyorum...
O yüzden seçiyorum coşkumu paylaşacak insanları...

Haftasonunun yorgunluğuna, uykusuzluğa rağmen neden bu kadar neşeli olduğumu sordular, "bir şey var sende" diye aşk kinayeli bakışlar attılar.
Gülüp geçerken onlara, içimden "evet aşk" dedim.

Heyecanlıyım...
Porto maçı önemli...
Söylemedim...

Sonu ne olursa olsun ben yine seveceğim takımımı. Belki yenilecek üzüleceğim; ama içimde aşkla.
Hani sevgilisiyle görüşmüş; ama ufak tartışmalar yaşamış, eve kırgın dönmüş bir genç kız gibi...
Üzgün; ama aşık...

Yenerse mutlu uyuyacağım, keyifli uyanacağım...

Bu sevgiyi anlatamayacağım, anlamayacak ortamlarım var benim... Onlar için, toplumu uyuşturan, kişiliği oturmamış cahil kesiminin kafasını bulandıran bir afyon futbol. Onlar için zayıf karakterlerin, tuhaf saplantısı...
Hatta bazısı için "22 kişinin, 1 topun peşinde koşması"

Ne düşündüklerini adım adım biliyorum...
Ama ne hissettiğimi hiç bilemeyecekler...

"ben yedekteyim, onlar oynuyor
ben izlemekteyim, onlar atıyor
neden bilmem; hep böyle oluyor!
sonuç aleyhime, uzatma yok, maç bitiyor

yıllarca ben koşup
çalıştım, çabaladım, didindim
o bir vurdu, gol oldu

bana ıslak bir sopa verin
elle oynamayayım, maç durmasın
topuğumu ağzına gömünce
lütfen faul olmasın!"*


Dediğim gibi; futbol hayattır ve bazen biraz adaletsizdir.



*Malt, Gol

20 Kasım 2008 Perşembe

Bi' kötüydüm bugün...

Ben bugün bir ara kötü oldum... Ciddi ciddi yani...

İçimden iyilik geçmedi; ama durdurmadım da kendimi, kötü kötü şeyler geldi aklıma, bıraktım gelsinler...

Sonra içimden okkalı bir küfür savurdum, bi' de ah ettim derin derin.

Arada bir insan kendini koyvermeli, dedim. Hep iyi olmak için çabalayacak değiliz ya, hani mayamızda var ya kötülük...
Yapamadım bir şey; ama aklımdan da geçmeyecek değil herhalde.
İşte geçti, ben de durdurmadım. Oh, canıma değsin!

18 Kasım 2008 Salı

Mavi Gözyaşları

O benim hayalimdi Çağan, nasıl da herkese mal ettin :(

Uzun zamandır ucu bucağı bir şekilde bir yere bağlanıp da, bilinçaltına gönderme yapmayan, mesaj kaygısız bir Türk aşk filmi seyretmemiştim.
Gerçi ben uzun zamandır Türk filmi de, aşk filmi de seyretmedim ya, neyse...

Film eleştirmeni değilim; kamerası öyleydi, çekimi böyleydi diyemeyeceğim. Güzel bir filmdi "Issız Adam", beğendim ben. Konusu, filmin geçtiği yerler, insanlar falan...

Hakikaten ıssız, sessiz, şaşkın bir adamdı Alper. Bir sorunu vardı kesin, bakmak istemedim psikolojik durumuna, "aman" dedim, "izle gitsin ya!". "Sana ne çocukluğundan; sana ne ihmal mi var, istismar mı var, gizli geylik falan mı var?"

Her zamanki gibi ağladım. Öyle ayrılık sahnesinde falan değil, ota boka ağladım. Filmin içli sahnesi hangisiydi dense, seçemem, 100 tane sayarım. Bol bol ağladım yani, makyajım falan da aktı, rezil oldum çıkışta; ama n'apalım :)

[Mavi mavi ağladım, filme de gönderme oldu kendimce...]

Herkes hayatına girmiş birilerinden parçalar bulabilir bir filmde. Ben de izleyince, "sanırım bir ıssız adam da ben tanıyorum" dedim.
Sonra aklıma Melis geldi, "aaa bir tane de o tanıyor" dedim :)
[Kız ölme e mi? Sen yorum yazmıştın ya film için, ondan etkilendim sanırım :)]

Neyse işte, geçti gitti...
Ama sonunda çalan şarkı (Ayla Dikmen - Anlamazdın), beni bir kez daha benden aldı...

"sevilirken bilmedin mi
ben söylerken gülmedin mi
falımızda hasret var
ayrılık var, demedim mi?

anlamazdın anlamazdın...
kadere de inanmazdın.
hani sen acı veren,
kalpsizlerden olamazdın?

dilerim ki mutlu ol sevgilim,
ben olmasam bile hayat gülsün sana
günahım boynunda,
ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda...

la la la lay la lal laa
la lal la lay la lal laa

kalbim bomboş kaldı sanma,
acılar geçer zamanla.
aşka tövbe demem ben,
görürsün sevince yeniden..."

Geçti gitti mavi-yeşil bir hikaye...

17 Kasım 2008 Pazartesi

Takdire Şayan

"bence biz en çok..

dar, sallanan bir köprüydü aramızda kurulan,
taşır mı taşımaz mı bilemedik,
sağlam basamadık üzerine..

küçük bir kum tepeciğiydi biriken ortamızda,
'gel git'ler de daralttı alanı,
rüzgar da savurdu biraz..

ama bence biz en çok zaman aşımına uğradık.."

demiş Zeynep*, ben de bir şeyler diyecektim; ama Zeynep öyle güzel demiş ki, diyecek bir şey kalmamış...

Öyleyse sana gelsin bu şiir, Zeynep'in de ellerine sağlık olsun...

*http://zeynepaltuntash.blogspot.com/

16 Kasım 2008 Pazar

Kaç! - Geç! - Sus!

Adam bıkkındı, mutsuzdu, hevessizdi. Her halinden belliydi kalmaya karşı isteksizliği... Zaman zaman öfke patlamalarına şahit oluyordum. Yapılacak bir şeyler vardı onun için, ama yapabilecek olan ben değildim. Biraz keyif katabilirdim belki gününe; ama çok kendime dönüktüm, kendimi zor tutuyordum ayakta. İstemedim, uğraşmadım...
Ve bir gün sordu (Oysa hep ben sorardım, anlatırdı), içimi çekip alırcasına:
"Hayattan umudun nedir Tuğba? Beklentin nedir gelecekten?"

Kaçamadım...
Geçiştiremedim...
İtiraf ettim...

Dinledi uzun uzun, benim kendime inandırdıklarımı.
Sigarasına uzandı
ve gitti...


Çok sonraları daha iyi gördüm onu, daha sakindi.
Sadece biteceği günü bekliyordu.
İsteksiz, hevessiz, mutsuz
ve yalnız...

14 Kasım 2008 Cuma

8785 - 3170 = Hiç Fark Etmez!

Yine olsa, yine yapardım, anlıyor musun?

Bir yaz gününün mahçup sızısı var içimde hâlâ.
Şarkıyı geçmek istiyorum, elime değiyor hatıran.
Bir yaz gününün hüzünlü varlığı var aklımda hâlâ.
Başımı kaldırıyorum, burnuma geliyor kokun.
Bir yaz gününün buruk sevinci var karşımda hâlâ.
"Okumasam artık" diyorum, gözlerime dokunuyor sesin.

131...
Hadi diyelim ki 132...

Ayakta duramam diyordum, sanma ki duruyorum yokluğunda, içimde varsın ya!

İlk gün ne dediysem, o!
Yine olsa, yine yaparım...

13 Kasım 2008 Perşembe

ya yazılmışlar n'apsın?

Yazmak istiyorum...
Saatlerce; parmaklarım, ellerim, kollarım yorulana kadar yazmak...
Kalbim zaten epey yorgun yazılmamışlardan.

İçimde bir boşluk oluyor bazen, acılardan da sevinçlerden de uzakta kalan. Bomboş oluyorum birden. O an tercih ediyorum, kanayan yaraları bu aptal hissizliğe. Sonra... Bilemiyorum...
Nereye gidersem gideyim aynı göğün altındayım.
Gelen yok, giden yok...
Gelen yok, giden çok...
Gelen çok, giden çok...

Bir tek anlam yok, anlayış yok, anlamak yok...

Barıştım içerideki ve dışarıdaki bedhahlarımla. Çok namüsait bir mahiyette tazahür etti hepsi; ama yine de barıştım.

Kazanan da yok, kaybeden de.
Hem hepimizin cezasını verecek Allah...

Hafif tembellikle sıvanmış evcimenlik halindeyim yine...
Yazamıyorum...
Yazmak istiyorum; ama bomboş değilim ki bu gece, özlemedeyim...
Okuyorum, ağlıyorum...
Ah yengeç ah!