21 Ekim 2008 Salı

Bir sonbahar ayının 3/4'ü gitti, geriye bir şey kalmadı!!!

Hatırlamamayı da bilebilseydik keşke...
("Unutmayı" mı demeli, arada bir fark var sanırım)

"Bir şey vardı, bir şey, neydi yaaa..." diyerek unutup gitseydik... Hani bazen de lehimize işleseydi zaman...
Olmuyor ki!
Çok cinsiyetçi olacak bu düşünce; ama kadınlarda hiç olmuyor.* İyiyi de kötüyü de kazıya kazıya yazıyoruz zihinlerimize. Öyle kinci gibi değil de, başka bir şey gibi işte...
Bir de kadın kadına kaldık mı, birbirimizin zihinlerine yazıyoruz, "şekerim o da sana böyle demişti ama, ne çabuk unuttun"
Unutulabilir mi?
Hatırlanmayabilir mi? (Nasıl çetrefil bir kelime oldu bu da)

*****

Sevdiğim biri, "onun unutmaması sayılmaz, yazarak çalışıyor o" demişti zamanında, ilahi :)
O zaman da gülmüştük; ama doğruymuş. Yazınca kalıyormuş; defterde, kağıtta, bir "word" sayfasında ya da bir ileti silsilesinde...
Yazınca geçmiyormuş zannettiğimiz kadar demek ki... Geçeni de daha sonra zorla hatırlatıyormuşuz kendimize...
Hadi kötüleri unutmadık, anlaşıldı. Bari iyileri unutsak da durup durup özletmese...
Hüzünlendirmese...

Ufak tefek planlarım vardı, hani sevimli şeyler...
Bir de kitap vardı aklımda, çok öncedendi zaten, değiştirdim...
Ama değiştirdim de ne oldu, öylesine...

Öğrendim, hatta uyum bile sağladım bu hâle, hatta hatta sevdiriyorum bile kendime; ama işte...
Ne bileyim...



*Şimdi bazı erkeklere de haksızlık etmeyelim. Ferdi Tayfur'un en sevdiğim şarkısı geldi aklıma:
"Sen de beni yakıp gittin, geçen yıl bu zamanlar"

20 Ekim 2008 Pazartesi

...ŞAKA...

Sen gitmezdin…

Hâlâ da gitmemişsindir belki. Şakadır belki bu; ama ben biraz kırılganım biliyorsun, epey kırıldım. Soramadım da gururumdan. Hayır nereden çıktı bu gururluluk huyu da anlamadım ki… Ne güzel ne düşünürse söyleyen, hele sana rahat rahat söyleyen biriydim ben.
Ama ne yalan söyleyeyim, o son halini beğenmedim. Belki onun etkisindeyim hâlâ, dönüp gelemiyorum.

Yine de gerçekten gitmedin değil mi? Bunların hepsi bir şaka…
Hoşuma gitmedi gerçi; ama yine de kızmam sana, dedim ya o son halini beğenmedim zaten, ona yorarım. Yok eğer şaka değilse…
Çok acırım…

1 Ekim 2008 Çarşamba

_yorumlamalar yorgunluğu_

“Tek istediğim serbest kalmaktı. Serbest. Başka hiçbir şey değil. Sadece serbest. O zaman da söyledim. Dinlemediler. Benim suçum değildi. Dinleselerdi. Ben söyledim. Açıkça söyledim. Ben yokum, dedim, bırakıyorum, gidiyorum, beni unutun. Hayır. Yoluma çıktılar. Ölenler oldu. Benim suçum değildi. Gitmek isteyen birini tutamazsın. Tutmaya çalışmamalısın.

Galiba şaka yapıyorum, yorgunum da ondan yapıyorum sandılar. Biraz dinlen, tatil yap, bir sevgili bul, geçer dediler. Belki onların da suçu değildi. Alışkın değildiler. Çünkü nerede görülmüş her şeye sahip olan birinin sahip olduğu her şeyi bıraktığı, çekip gittiği?

“Ben yokum.”

Evet. Kulağa hoş geliyor. Var olduğunu söylemenin en şaşırtıcı biçimi. Şimdi düşününce, bunu söyleyebilmiş ve serbest kalmayı ısrarla istemiş olmamı şaşırtıcı buluyorum. Aynı çabayı tekrar gösteremezdim, gibime geliyor. Çünkü yorucu. Hayatta sadece bir kez denenebilecek bir girişim. Tercihen, gençlikte denenmeli. Kendini dinletmeyi, dinletecek ses çıkarmayı becerebileceğin yaşlarda. Ayağına dolaşacak, uykunu kaçıracak olanlara karşı elindeki silahları gözünü kırpmadan kullanma cesaretin varken.

Uzun bir yol ve hızlı bir yolculuk oldu. Memnunum. Yola çıktım ve yapmam gerekeni yaptım. Kaza da yaptım. Kaza da atlattım. Önüme çıkan her yola saptım, serbestçe. Bir tarih yazdım, hiçbir şey yapmadıysam.

Şimdi, nihayet, anlaşılacağıma inanıyorum. Yani, dinleneceğime ve anlayışla karşılanacağıma. Umudum var. İlginizi çekeceğim. Çekip götüreceğim ilginizi ve sizi, yanı sıra. Beni bırakamayacaksınız. Bırakmak isteyecek; ama bırakamayacaksınız. Çünkü ben yaşayan tek serbest adamım. Serbestçe konuşan, serbestçe ilerleyen bir adam. İçinden güçlü duygular gelen ve en önemlisi, kendini engellemeyen bir adam.

Abartmıyorum. Hayatta abarttığım şeyler oldu; ama bu onlardan değil. Kendimi abartmaya dayanamazdım. Abartılmamış halim bile zaten yeterince abartılı duruyor. Belki hormonlarla bir ilgisi vardır, abartılı duruşun, ya da içgüdülerle, ya da genlerle, ama asla ifadeyle değil.

……………………………………………………”*




*İyi Dilekler Ülkesi / Hamdi Koç

Rüyaları sevmem...
Az görürüm, gördüğümde az hatırlarım, çok yorarım. Oldum olası yorarım, sonunda hep hayra...
Freud okumadan önce de pek hayırlı olmazdı, sonra bir de "rüya kayıtları" var. Her neyse...
Rüyaları sevmem, başı sonu anlamsız gelir, rüyada bağlayamadığını gerçeğe bağlarsın. Ak sakallı dede de gelse (ki benimki pek bi' havalı; köşesinde bilge bilge oturan Sean Connery canlandırın gözünüzde, insan en azından Dumbledore ya da ne bileyim Gandalf bekliyor), en tatlı anılar da olsa, istemem kalsın...

Hele hele çözümlemesini yaptın mı, farkına vardın mı kendi gerçeğinin, indin mi istemeden bilinç altına, girdin mi o karanlık bırakmaya çalıştığın yaralı kısmına, hiç güzel olmuyor...
Ah diyorum, ah okumaz olaydım, üstünü altını hiçbir şeyini!!!

Önceki gece çeşitli kereler uyanıp uyumalarımdan birinde (o kadarcık uykuya, bu kadar rüya çok değil mi?), en sonuncusunda aslında, kendi acılı ölümümü seyrettim. Önce yaşarken, sonra ölürken sayrettim. Ölüme giden yollardan tek tek geçtim. Sonra bıraktım kendimi...
Rüya da bile bıraktım ulan...
Ölüm bile akışına bırakılır mı, bıraktım...

Ayrıntılara girmeyim, can sıkıcı bir rüyaydı. Öyle hikayemsi değil, kopuk kopuk; ama can sıkıcı. Kalktım, içim sızladı, yormayım dedim, yordum, yorumladım...
Bir de böyle aptal bir korku oluyor rüyadan gerçeğe kalan, korktum biraz. Sakin, dedim kendi kendime... Aslında yazdım biraz ama, geçmedi. Geçiremezdi zaten, geçirmeyi çoktan bıraktı (Kendi kendime gidiyorum artık)...

Konuştum kendimle; "Sakin ol, bu yeni bir gün, bugün bayram..."

Güne bir şekilde dayandım; en çok "gülünce gözleri kısılan" şekilde dayandım (insanın hayatında bazen hakikaten güzel tesadüfler oluyor, bazıları epey rahatlatıcı oluyor, kabul ediyorum.)
Sonra gece oldu...
Uykusuz gecelerin en kötü hali bu: durdurulamayan düşünceler zinciri... Uykuya teslim edemediğin bir beden, aklında kalan en son rüya, sakinleştiren gün, kızdıran olaylar, ağzında günden kalmış garip bir tat, gönül koyduğun anılar, kapanan gözler, uyumayan düşünceler...
Derken, zaten yorgun zihnin yorumlamalar yorgunluğu...

Yağmur yağınca düzelmiyor hiçbir şey ve durdu da zaten...
Güneş açınca da düzelmiyor ve battı da zaten...

Şimdi "var olduğunu söylemenin en şaşırtıcı biçimi"nde söylüyorum: "ben yokum".
İçimden geçenleri tek tek anlatacağım, hoşunuza gitmese de...
Ben serbest bir adamım...

(şimdi adam-kadın ikilemine giremeyeceğim, saçma geliyor)